Kafe mi kahvehane mı? Kitap Cafe mi kitap kahvehane mı? Ne demeli? Kahve buradan gitmiş oraya sonra niye geri dönmüş bize sanki yabancıymış gibi? Kahvehane sözcüğünden belki özü yitirildi diye vaz geçtik ama kıraathane de mi öyle? Ve İstanbul Diyarı. Sen geliyor musun oraya? Evet insanın bir yapacaklar listesi olmalı. Bizim de var. Oraya bir de şöyle bir görev ekledim: İstanbul Diyarı'na uğra. Otobüsteyim belki ya da sabah yani insanların güneşsiz sandığı ama asıl güneşin o saatte doğduğu vakit gözlerimi açıp, elimi yüzümü yuyup bir tahayyül arası veriyorum güne. Yumuyorum gözlerimi sonra o kendi içimde kurduğum iki katlı ahşap eve giriyorum. Önce kapıyı çalışıyorum ama. Evde kimler yok ki. Beş minik çocuk. Bunların ikisini biliyorsun; birini annesinin kucağından alıp ve elini cebinden çıkarıp getirdim oraya, birini de o piknik alanındaki fotoğraftan çekip diyara buyur ettim. Diğer minikler bizi tanımıyor ama biz onları tanıyoruz. Biri pastel boya veren çocuk... İki katkı dedim ama bodrumu saymadım, sayarsak üç. Yirmi yedi katlı da olurdu istesem o zaman farelere benzerdik çünkü onlar anca böyle binalar diker. Heh, bodrum dedim ama burası hoş kokan bir bahçedir. Kitaplar aşağıda. Çekiç sesleri geliyorsa Fazıl Amca ordadır yoksa yukarıda dostlarıyladır. Çocuklar içeride değilse bahçededir. Kendimse burada yoksam aşağıdaki kumsaldayımdır. Bu arada İstanbul Diyarı'nın kapısının önünde üç basanak var bunlar merdiven umutluklarına bağlı. Burada korkuluk deniyoruz biz onlara. Kumsal! Orası çıplak ayakla o köpüğü bol buz gibi suyun sahilin dibinde yürürken ayağımıza vuruşu gibi bir yer.
~