-Anlat.

-Ah, evet, anlat haydi.

-Peki peki, sakin olun.


Hayatıma bir gösteri sırasında girdi, elimde bir enstrüman vardı: bağlama. Çok severim çalmayı, o da severdi. Beni izler, kendinden geçer, büyülenirdi adeta. O hali çok masum ve savunmasızdı. En büyük hayali; birilerine umut olabilmek, onları mutlu edebilmekti.


Bir gün yanıma geldi.

-Ne şimdi bu, böylece somurtup oturacak mısın? Haydi ama, hayat kısa, kalk da gülelim, dedi; en sevdiğimiz müziği açtı, dans ettik, güldük, eğlendik. Onu hayatta tutan buydu sanki. Hayatını birilerini kurtarmaya, mutlu etmeye adamıştı...


-Bu proje ile kimlerin hayatı değişecek, bir düşünsene.

Hep birilerinin hayatına dokunmak isterdi. Yine bir konuşma için acele ediyordu, herkesle fotoğraf çektirmek istiyordu, koşuyordu; koşmasından nefret ederdim...


Bir gün yine bir konuşmada karşımıza o çıktı, tekerlekli sandalyesinde oturmuş geleni geçeni izliyordu, nemli gözlerle. Yanımdan kayboldu, çocuğun yanına gitmişti.

-Neden?

-Anlamadım.

-Neden ağladın?

-Sen şu kızsın, ''Hayat kısa, gülün.'' diyen. Cidden bu kadar mutlu musun? Senin konuşmalarına zorla geliyorum, bir parça da olsa azmim olsun istiyor annem, bence saçma. Söylesene, hayata dair hiç umudun kalmadığında da gülebilir misin?

-Ne?


Allak bullak olmuştu, öylece çocuğun gidişini izledi, yok olmuştu sanki, gözleri doldu, ilk kez onu böyle görüyordum.

-İnsanların hayatına dokunuyor muyum gerçekten?

-Evet.

-Ama baksana, o çocuk... Ona bir yardımım dokunamadı.


Aslında insanlar için çok şey yapıyordu; huzur evlerine gidiyor, evlatlarının bile unuttuğu o kişilere kitaplar okuyor, onları dinliyor, onlara bir evlat, torun oluyordu. Çocuk esirgeme kurumlarına gidiyor, oradaki çocuklara bir abla, bir aile oluyordu. Oyunlar oynuyor, hikayeler anlatıyordu ve daha birçok şey...


Koşuyordu, onun koşmasından nefret ederdim; düşse, bir yerine bir şey olsa, hep onu tutmak için yanında olacaktım.


O çocuğa adeta takmış gibiydi, araştırıyordu; evini, ailesini, hastalığını, her şeyi. Evini bulmuştu, ailesiyle görüşmeye gittik.


Annesi,

-Oğlumun kalbi çok zayıf, vücudu yavaş yavaş iflas ediyor. Belki son günlerinde biraz mutlu olur, biraz azmi olur diye her şeyi yaptık ama maalesef, olmadı.

-Onu hayata geri döndüreceğim, öyle kolay kolay pes etmek yok, dedi.


Bir umut odasına gittik, gitmemizle kovulmamız bir oldu. Bazen günaşırı giderdik evine, her gidiş bir kovuluştu. Bir gün kovmaktan bıkmış olacak ki bizi, yanına kabul etti. Sürekli gidiyor, konuşuyor, kitaplar okuyor, filmler izletiyordu, zorla dışarı çıkartıyordu. Bir akşam yine zorla dışarı çıktık; Boğaz'a gittik, derin bir nefes aldı, güldü. Onu ilk kez gülerken görmüştük. Küçüğümün o anki heyecanı, görülmeye değerdi.

-İnatçısın, hem de çok. Bir düşmedin yakamdan.

-Bunu senden duymak ne büyük zevk, dedi.

-Ee! Buldun mu sorumun cevabını?

-Evet.

-Dinliyorum.

-Umudu yok iken; insan karamsarlaşır, yok olur, ağlar, üzülür, ''boşa yaşam'' der, o andan itibaren ölmek ister. Sonsuz huzur, bitmiş acılar; aslında farkında olmadan ölümü umut ederler yaşam kadar, yani umut tükenmez asla, bence bu durum onun gülmesine engel değil, aksine daha çok gülmeli, hayata inat. Dibine dibine gülmeli, zevkleri sonuna kadar yaşamalı, dibine kadar gülüp ölmeli ki hayat, onu yenemeyeceğini öğrenmiş olmalı.

Bir kahkaha attı.

-Bunu beklemiyordum.

Bağırdı denize karşı.

-Hayat, sen onu yenemeyeceksin! Sen bizi yenemeyeceksin!


Sonraki günler rahattı, gülüp eğlenmek, hayata tutunmak kolaydı. Açıkçası ben de kovulmaktan epey bir yorulmuştum, bayağı iyi olmuştu...


Bir gün bir telefonla eli ayağı boşaldı, öylece yığıldı kaldı. Onu hastaneye kaldırmışlardı, koşarak gitti, koşmasını hiç sevmezdim.

-Ne o, ağlıyor musunuz? Hayat bunun için kısa değil mi? dedi.

Güldü.

-Benden bu kadar kolay kurtulacağını sanmıyordun umarım.

-İnatçı, sakın beni öte tarafta rahatsız etme, dedi.

Güldük, onun için tek umut, yeni bir kalpti. Elinde olsa kendindekini verecekti.


Sonra o gün, onu kaybettiğim o lanetli gün geldi. Koşuyordu ama bu kez onu tutamadım, gözlerimin önünde havalandı ve yere çakıldı. Kollarımda öylece duruyordu, ağlıyordum. Uzandı, gözyaşlarımı sildi.

-Yapma ama bak, artık o çocuğa gerçekten yardım edebileceğim, sen de ağlama, hayat bunun için fazla kısa. Sarıldı, usulca kulağıma adımı fısıldadı.

-Taner; kalk, dans edelim.

Ölümü eski bir dost gibi kucakladı.


Onun kalbi, o çocuğa hayat ve neşe verdi. Mezarında ona teşekkür ederken ağlıyordu.

-İnatçı, sen neden gittin peki, yakıştı mı?


Bir rüzgar, bizi salladı; içinde onun neşesi vardı sanki, ''ağlamayın'' der gibi esti.

Uzaktan bir şarkı, en sevdiğimiz şarkı. Kalktım ve rüzgarla dans ettim. Bir ses adımı söyledi.

-Taner, kalk ve gül.