Aygül Restoranı'nın mutfağındaki bulaşıkçı kadın, bugün daha dinç görünüyordu. Suda durmaktan buruşmuş elleri neşe ile hızlanmıştı. Kamburuna rağmen sırtı dikleşmiş gibiydi. Alnındaki çizgiler daha az belirgindi. Sanki birkaç yaş gençleşmiş gibi duruyordu. Yüzünde ise bugüne kadar kimsenin görmediği gecikmiş adaletin tebessümü vardı. Onu bu denli sevindiren sadece küçük kızı için değil aynı zamanda bütün kız çocukları için de bir şeyler yapmış olmaktı. Küçük ancak çok değerli bir şey yapmış olmak.

 

Bulaşıkçı kadının bir ismi de vardı “Kadun”. Bu ismi ona annesi vermişti. Annesinin ismi de Döndü idi. Belki bu çocuktan sonra bir oğlumuz olur diye koymuşlardı. Ancak ismiyle bile ayrıştırılan kadın, kızı olduğunda öylesine büyük bir utanç duydu ki etrafında isim düşünenlere “Ne düşünüyorsunuz. Kadun işte!” dedi. İşte böyle bir utanç meselesi olarak dünyaya geldi, Kadun. Evlendiği adama erkek evlat veremediği için üzülen bir kadının utancı olarak doğdu. Annesinin sevgisini hissedebilmek için bütün zamanını erkek kardeşlerine adadı. Nüfusa geç yazıldığı gibi okuma yazma öğrenme gibi bir şans da verilmedi Kadun’a. Kadun bardakları pembe çiçekli beyaz havlunun üzerine dizerken hala gülümsüyordu. Örülü saçlarını arkaya attı. 13 yaşında ilk genç kız olduğu gün annesi onu tuhafiyeye gönderdi. Birkaç pamuklu bez aldı Kadun. Tuhafiyeci kadın ona “Aman ha! Dikkat et! Halan geldi mi öyle zırt pırt dışarı çıkma. Artık çocuk da değilsin. Etrafta zıplayıp hoplayamazsın da. Hele bir de üstüne geçerse maazallah rezil olursun.” Kadun; genç kız olduğu ilk gün, doğduğu gün karşılaştığı şeyle karşılaşmıştı yine kendi adına başka bir kadının gözlerinden utançla. 


Bulaşıkhaneye giren çalışan:


-Kadun abla! Tabakları buraya bırakıyorum.


Kadun irkilerek sese doğru döndü: 


-Koy Yasin! 


-Bugün bir mutlusun.


Kadun gülümseyerek kafa salladı. İşine devam etti. Bütün bir genç kızlığı bedeninden, her ay başına gelen fiziksel olaydan utanarak geçti. O kadar utandı ki âdemoğlunu doğuran kadın, sırtında utanç kamburu oluştu. 17 yaşındayken “Sana bakabilecek biriyle evlen.” demişti annesi. Israr kıyamet 30 yaşında bir adama verdiler Kadun’u. “Erkeğin büyük olması iyidir.” dedi aile büyükleri. Genç kız adamın sarhoş olduğunu söyledi. “Erkekler hep içer.” dedi anası. Genç kız adamın kendisini aldattığını söyledi. “Olacak o kadar. Kimseye söyleme! Karı olsaydı da kocasına sahip çıksaydı.” derler. Kadun dayak yedi. Utandığı için günlerce evden çıkamadı. Kadun aldatıldı. İnsanlar onu ayıplar diye bir şey diyemedi. Kadun bir kız çocuğu getirdi dünyaya. ‘Ah keşke erkek olsaydı. Babasına yardım ederdi.’ dedi etraftakiler. Kadun yine de bir kız çocuğu annesi olmaktan sevinç duydu gizli gizli. Bir tek üst kat komşusu Nuriye’ye anlatabiliyordu olanları. “Boşan şu heriften” dedi Nuriye. Kadun, adamdan boşanmaya karar verdi. Ancak adam onu sindirdi. Ama Nuriye yine de peşini bırakmadı işin. Böylece Kadun davayı açtı. “Utanmıyor musun?” dedi annesi. “Köylüler ardından ne der?” dedi kardeşleri. “Erkek bu sever de döver de.” dedi civar. “Şu sabiye de mi acımıyorsun?” dediler. Boşanma davası açıldıktan sonra restoranın sahibi Kadun’u acıyıp işe aldı. 

  

İşte, hayatında utanmak ve acınmak dışında bir şeye yer olmayan Kadun, bugün küçük kızı için bir şey yapmıştı. Bu sabah işe giderken yolda tartaklanan bir kadın görmüştü. Adam “…kocanım ben senin! Benden habersiz burnunu bile çıkaramazsın dışarı!” diyordu. Kadını saçından çekiştiriyordu. Esnaf dışarı çıkmıştı ancak kimse kadına yardım etmiyordu. Kadın adama yalvarıyordu. “Rezil oluyoruz yapma İsmet!” diye. Ancak yardım çığlıklarına, yalvarmalarına ne adam ne de civardaki esnaf ses veriyordu. Kadun, kalabalığı yardı. Kadını bir itiş kakışla adamın elinden kurtardı. Bu itişmenin sonucunda “Sen ne karışıyorsun be!” diye bağırdı öfkeli adam. “Karışıyorum çünkü bunca insan karışmıyor.” diye bağırdı Kadun. Hayatında ilk defa sesini utanmadan yükselten Kadun, kadın kısmı alçak konuşur tabusunu kendi adına yıkan Kadun, artık susamazdı. “İstediğin zaman bu kadına vuramazsın. Azarlayamazsın. Bu kadın senin uzvun ya da eşyan değil!” dedi. İnsanlar daha fazla kayıtsız kalamayıp koşarak geldiler. Kadını başka bir kadının cevval bir şekilde savunmasını erkekliklerine sığdıramayan adamlar, kadının kocasını karga tulumba götürdüler “Bitmedi!” diyordu adam. “Bitmedi, ancak yol kısaldı.” diyordu Kadun.

 Bu sırada şoka girmiş adamın eşi Kadun’a sarıldı. “Teşekkür ederim.” dedi minnetle. Hayatında ilk defa acıdan ve utançtan başka bir duygu hisseden Kadun gülümsedi. “Asıl ben teşekkür ederim. Senin sayende insan gibi hissettim.” dedi. İşte bulaşık leğeninin başında köpüklü suya sevinçle bakmasının sebebi buydu. Tıpkı kendisi gibi civardaki diğer kadınları da bağlayan makûs kader zinciri artık kırılmıştı. Kadun artık iyi bir anneydi. Çünkü bir uzuvdan, eşyadan öte, sesi çıkan bir insandı artık. Kızına, haksızlıklara karşı susmamayı öğretebilecek kadar insandı. İçinde dirilen yeni hayatı, yeni umutları sevinç ile kucakladı. Bardakları kurulamaya başladı. Kurularken kendi yansımasını bardaklarda görüyordu. Gördüğü bu yüzde hak edilmiş bir mutluluğun emareleri vardı. Bir kadının hayatına dokunmuş kendi yansımasını, keyifle izledi. Sesini yükseltmesi gereken yerde yükseltmiş bir insandı artık. Tabakları da kuruladı. Hepsini yerlerine kaldırırken kendi kendine “Belki Nuriye de benim hayatıma dokunduğunda kendini böyle işe yarar hissetmişti.” dedi. Her şeyin yerli yerine yerleştiğinden emin olduktan sonra ıslak ellerini kuruladı. Önlüğünü çıkarıp astı. Mutfağı paspas ile sildi. Utanç kamburu, artık eğilirken ağrımıyordu. Bir an için kamburunun cesaret kanatlarına dönüştüğüne kendini ikna etti. Işıkları kapattı. Kapıda patronu ile karşılaştı. “Çıkıyorum ben.” dedi. “ Abla bekle biraz!” dedi adam. Kasayı açıp birkaç yüzlüğü iyice saydı ve Kadun’a uzatırken “Yevmiyen” dedi gülümseyerek. Kadun parayı eline aldı. Kafasında yepyeni şeyler canlandı. Eve giderken kasaptan bir sucuk alabilirdi. Küçük kızı buna çok sevinirdi. O her gün yanından geçtikleri vitrinde gördüğü çiçekli elbiseyi de alabilirdi. Kim bilir, kızı buna ne kadar sevinirdi. Yüzüne kocaman bir gülümseme yayıldı. Hayat artık ona gülüyordu. İnandığı Tanrı’ya şükretti hemen. “Teşekkür ederim.” dedi adama. “ Ne demek.” dedi patron. Dışarı çıktı. Yüzünü göğe döndü. Hava alacakaranlıktı. Güneş batmak üzereydi.

“Ne güzel bir gün!” dedi içinden. Bir silah sesi duyuldu caddede. 


  Gazeteler şöyle yazdı;

  


“Şemsettin Uzunöz boşanma aşamasında olduğu eşini 15 Ekim saat 5 sularında üç el ateş ederek yaraladı. Hastaneye kaldırılan Kadun Uzunöz yapılan tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadı. Şemsettin Uzunöz ifadesinde; “Çok sevdiğim için öldürdüm. Yerimde kim olsa aynısını yapardı.” dedi.


   İnsanlar üç gün boyunca Kadun’ un hikâyesini konuştular. Kimse Kadun’un o gün bir başka kadının hayatına dokunduğunu bilemedi. Kimse Kadun’u bunun için tebrik bile edemedi. Kadun’un utanç kamburu, cesaret kanatlarına galip gelmişti. Kadun, milli hafızanın bir yerlerinde yitip gitti. Gül gibiydi, soldu...