incelikten ne de yoksunsunuz


o çürük dişlerinizi

latif rızanın,

hangi meyvesine geçirmeyi arzuluyorsunuz


tüm susuzluğu dindiren,

açlığı teskin eden


korkarım sizlerdeki sonlanmaz ki

yerken tanımadık mı sizleri, dünyaları


hangi gülünü solduracaksınız

o bahçenin

ellerinize geçmeyen nice gri özlemin

hoyratlığında


korkarım gülmez gözleri içten bir daha

sustururken tanımadık mı sizleri, kahkahaları


saraylar hayal ediyorsunuz, piramitler

sindiren ve kusan korkunç bir makinenin

duyumsamayan yağlı bir dişlisi olan sizler


ormana bakıp kaçırıyorken ağacın erdemini,

yaşam sevincini küçük yaratıkların,

yetişen ve köklenen daha nice bilinci


bilerek söndürmediğiniz yangınların

kül rengi ölüsüne asil ormanların

yüksek konaklar kondururken

tanımadık mı sizleri


açacak mısınız kanlı ellerinizle

göğsünü oradaki nice kadim tepenin de

salyanız eritirken sizlere emanet bildiğiniz şeyleri

ve ılımsız, titrek gözlerinizin ruhsuz bakışında

yalnızca kendinizin kılmak için cevheri


görmek, duymak, bilmek istemediğiniz

bedeller ödemiş, kapkara elleri ile, incitmeksizin

bir küçük yaşam kurmak niyetinde olan yürekleri

canlı canlı gömerken tanımadık mı sizleri