Ama genelde kandırılan kişi, kandırıldığını anlayana kadar mutludur. Öyle değil mi? İşte gördüğün mutlu insanlar da bunu yapıyor. Her gün, her an kendini rahatlatacak, iyi hissettirecek yeni yalanlar buluyor ve yüzü gerçeğe çarpıncaya kadar gülüyor. Çok sonra da olsa gerçekle yüzleşiyorlar. Belki de onların yaptığı en doğrusudur, kim bilir? Gerçekler kimi mutlu etmeye yeter ki? Haksızlığa uğramış olan dışında. Yalan, yalan sonuna kadar. Ama bir süre sonra insan egosuna yenik düşüyor, bu çok kötü. Çünkü hayat bunu gerektiriyor. Her insan yaşamak için kendine olduğundan fazla değer biçiyor. Diğer insanların arasından sıyrılıp onların üstüne doğru fırlıyor. Aslında bu bizim doğamızda var. Her zaman birilerini üstümüzde tutmayı istiyoruz. Hatta bunu bir ihtiyaç olarak görüyoruz. İnsan bunu fark ettiğinde, kalan günlerinde kendinde bir fark göremediği zaman kendini kandırmaya başlıyor. Buna zorunda hissediyor. Başka avutucu tutucular buluyor. Kimisi güzelliğiyle, kimisi ilgi gören birisini taklit ederek yapar bunu. Kendini o kadar değerli hissetmeye başlar ki artık diğer insanlar gittikçe küçülür gözünde. Ego içimizde barınan bir saatli bomba gibi zamanı geldiğinde şişmeye başlıyor ve yine zamanı gelince patlıyor. Bu patlama için belirli bir şey yok. En ufak bir olayda gerçekleşebiliyor. Sonuçta sağlam temellendirilmemiş bir yapı, en hafif depremde sallanır ve yerle bir olur. O yükseklikten yere düşmek can yakar. O kişi bir anda başladığı noktadan daha diplere düşer ki budur onu kahreden. Bu yüzdendir gözünde küçülttüklerini ezme isteği. Çünkü bir gün düşeceğini çok iyi bilir ve bu anı yakalamak için bir şansı olmayacağı düşüncesi korkutur onu.