Gidişler… gidişlerin benzetmesi neye benzetilirdi? Yazmaya karar verdiğim güneşli günlerin gecesinde; güneşin terk ettiği bir güne uyandım. Kaleme ulaşmaya çalışırken senden gelen o vazonun parçalarını yere serilmişçesine gördüm. Toplamaya elimden çok gönlüm gitmedi. Sahi bu yüzden unutamadım ya seni de! Parçalarımızı bıraktım öylece yerde; her geliş gidişimde kanımı azaltan parçalarımızı. Bakamadım ne kadar kana bulaştılar. Temizleyemiyorum da evi; parmak izlerinin, kokunun halen benimle olduğunu bilmek ayakta bırakıyor. Yerlerde değil artık her yerde kanların olduğunu görüyordu bedenimdeki gözler. Sensiz kendimden de uzaktım. Senin kokunu bastıracak kadar fazlalaşıyordu kan kokusu, günden güne. Bahsetmiştim ya! Kalemden… beyaz bir a4 kağıdı da aldım. Beyaz değildi oysa bilinenin ötesinde. Burada da vardı kanlar. Yazım kanlara bulaşmıştı; geri dönüşü olmadan. Acılar artıyordu vazonun parçaları ile; kanlar çoğalıyor. Sahi! vazo neden gülsüzdü? Bize mi benzetilmişti; sensiz bir hayatı yaşamam gibi. Gül olmasa vazonun ne önemi olurdu? Sonra bir gün geldi ve hiç girmemişim gibi girdim evimize. Kim bedenini uzaktan görebilirdi? Evet bunu belki anlatabilirdim size; nasıl görebildiğimi. O rahatsız olamadığım kanların içerisinde boğulmuş duruyordum. Bir insan en başarılı kendini öldürebilirdi belki. Başarmış duruyordum. Geçmiş … yaşananlar… hepsi cinayet sebebi iken katil bendim. Ve hiç çıkmamışım gibi çıktım evimizden…

 

                                                                                                                                                                              -SENA N.K.