Ah, Aeneas!
Aşkımız yeşersin diye ektiğimiz çiçekler vardı,
Bir evvel zamanda.
Toprağı da mabedimiz olmuştu suskunluğumuzla.
Neyse ki,
Sessizliğini dindiren dudakların vardı.
Ah, Aeneas! Sevgilim!
Toprak anca bu kadar bereketli olabilirdi.
Ve aşkımız meğer öfkeli.
Meğer düşmanınmış öptüğün dudaklarım.
Ah, Aeneas!
Kılıçların tezat değil miydi aşkına?
Zulüm gibiydi göğsümü siper etmek karşında.
Sıcacıktı damlayan ilk kanım.
Suskunluğum mu gizlemişti sevgimi?
Sevgilim!
Oysa, oracıkta ölebilirdim eğer çiçeklerimize basmasaydın.
Mecbur bıraktı ruhumu vahşete, mabedimize ihanetin
Artık toprağı kanımızla sulayacaktık.
Yine de ölüme ramak kala,
Ah, Aeneas!
Fısıldadım kulağına:
“Böyle mi olacak sonumuz?”
Gözlerinde aşkımızı görecektim az kalsın.
Sevgilim!
Kılıcını çektin kalbimin önünden.
“Dirilmez artık ektiğimiz çiçekler.”
Der gibi öptün son kez.
Ah, Aeneas!
Çiçeklerimiz çürümüş, toprakta kanımız kurumuştu.
Ne kazanan ne kaybeden,
Savaşımız,
Aşkımızın kanlı vedasıydı.