Hiçbir kapıyı sertçe kapatmayın, dönmeniz gerekebilir derler. Yalan! Bazı kapıları öyle sert kapatın ki kapı korksun. Bazı yolları haritadan silin mesela, bir daha hiç geçmeyin, unutun öyle bir yol olduğunu! Hatice de unutsaydı bugün yaşardı belki, ne dersiniz?

​Soğuk bir kış günüydü. Pencereler tir tir titriyor, saçaklarda buzdan sarkıtlar adeta asker gibi nizami bekliyordu. Köyde kar sessizliği hakimdi. Bilen bilir, köyler kar yağınca hayaletleşir. Öyle çok yağıyordu ki kar, yollar kapanacaktı. Belliydi.

Hatice önce odunları yığdı evin girişine, bu kadar kar yağarken evden sık sık çıkmak olmazdı. Sonra sobaya birkaç patates attı, çocuklar bayılırdı buna. Çocuklar da erkenden uyanmıştı. Pencereye dizilmiş, dışarıda yağanı hayranlıkla izleyen dört çocuk… En küçükleri iki yaşında, en büyüğü yedi. Birbirlerine sataşmadan duramıyorlardı tabii. Ama bu tatlı kavgalar her evde olurdu, olması gerekirdi bile belki. Küsmeyi bilmeyen çocuk, barışmayı öğrenemezdi. Kocası da evdeydi Hatice’nin. O daha uyanmamıştı. Kahvaltıyı hazırlayıp seslendi Hatice, duymadı. Sobanın yanındaki koltukta uyuyordu, terlemişti bile. Bundan hiç de rahatsız olmuyordu, hayret doğrusu. Çocuklardan biri seslendi bu kez babasına, ‘’Babaaa kaaavaltı hazır.’’ Kalktı ama yüzü duvardan farksızdı babanın. Yüzünde bin senelik bir kin birikmişti. Kime karşı, neye karşı, bilinmiyor. Sofraya oturduklarında başladı meseleler. Çay iyi demlenmemişti, böyle çay mı olurdu? Kalktı tekrar koydu ateşe çayı Hatice.

Sofra kalkınca çocuklar evdeki üç oyuncağı nasıl bölüşeceklerinin kavgasını etmeye başladılar, bir çocuk dışarıda kalıyordu. Diğerleri de istediğini alamamıştı zaten. Çocukların sesi yükseldi, babanınki daha da yükseldi. Kırıldı üç oyuncak birden. O ayakların altında sanki çocukluk kırıldı. Susmuştu çocuklar, sanki evin içine de yağmıştı kar sessizliği. Baba çıktı evden, hızlanan karın altında kahveye yürüdü. Üşümek bu çocuklardan daha iyiydi! Baba çıkınca başladı çocukların ağlaması. Hatice onlara patates yedirmek istedi, sobadan yeni çıkmışlardı. Yemedi çocuklar, o gün ağızlarına bir şey sürmediler. Kırılan oyuncağın parçalarını saklamıştı üç numara çekyatın altına. Sanki kalbini saklamıştı da biz anlayamıyorduk. Baba eve gelince kıyametin büyüğü koptu. Yemek daha hazır değildi, dayak yedi Hatice! Hem de öyle bir yedi ki saatlerce bacakları tutmadı. Dayanamadı, aldı çocukları komşuya sığındı. Babasına gidemezdi, köy yolları kapalıydı. Böyle avuttu kendini. Yollar açık olsa giderdim, dedi. Gidemezdi. Kabul etmezdi babası üç çocukla, biliyordu. Kocası evde daha da delirdi. Komşular araya girdi. Evine döndü Hatice. Sinirden evdeki her şeyi kırıp dökmüştü Hatice’nin yokluğunda.Topladı cam kırıklarını tek tek. Kalbinin de kırıldığını kendi bile fark etmedi. Kocası daha da zalimleşti o günden sonra. Her adımı olay oluyordu evdeki herkesin. Çocuklar da dayaktan nasibini alıyordu. Onlara vuramadığında yine Hatice’ye indiriyordu yumruklarını. Kış biterken, bahar kapıda beklerken hayatlara dahil olmak için öldü Hatice. Öldürüldü. Seyyar satıcıdan alışveriş yaptığı için. Çocuklar oradan oraya savruldular.

Şimdi epey büyümüşlerdir, yıllar oldu görmeyeli. Oğlanlar babalarına benzemiş midir? Sahi, babaya ne olmuştur? Aftan yararlanıp çıktı dediler birkaç sene önce. Yüzünde hâlâ ekşi bir ifade var mıdır? Hiç pişmanlık hissetmiş midir? Hissetse ne değişir! Dedim ya, bazı yolları unutmalıydı Hatice…