Herkes kapıların dışında değil mi? Çok sevdiğimiz insanların zihinlerinde bile bir köşede bir konu hakkında kapı dışarı edilmez miyiz? Onların kafasında bir fikir cinayetinde rol oynamaz mıyız? Her gün birbirimizi öldüren düşüncelere sahip çıkmak bu kadar mı zor? Yoldan geçen birine attığımız bakış, birisi hakkında ansızın, düşüncesizce konuşmak bir cinayet değil midir? Öylece yanından geçip gidiyoruz bir sürü cesedin. Caddede kim nasıl ölmüş umurumuzda mı? Dönüp baksak fikirlerimizi sadeleştirsek temiz bir şekilde yine de bir cinayet işler miyiz? Tekrardan bir sürü insanın arasında yaşama tutunmuş taklidi yapabilir miyiz? Kapıların dışına itilir miyiz? Karşımızdakini kendimiz sanmak bir nevi kendimizi ötekileştirmek değil midir? Karşımdaki bensem düşüncelerim beni öldürür mü? Saygısızca, ahlaksızca davranışlarımızın beni, bizi ittiği bu çukurda kaç kişi var? Çukurdakiler pişman mı, değil mi? Pişman olsalar da çukura düşen her insana ona acıyormuş gibi bakmaya devam edenler, o bakışların çukurdan pis olduğunu ne zaman fark ederler? Birbirine yardım etmek yerine neden birbirlerinin kafalarına (zihinlerine) basmaya çalışıp her alanda olduğu gibi kendini yukarı çekerler? Kafalarına bastıkça isimleri ezilenlerin, ezilen isimlerin de başka isimleri ezdiği bir dünya nasıl olur da çukura benzemez. Herkes çukurdayken yıldızları gören insanların kafasına neden basılır? Hepimiz cevabını biliyoruz aslında. Veya doğru sandığımız cevapları. İsim demişken ondan da bahsetmemek olmaz. En yakındaki insanlar en sevdikleriniz sizin isminizi tonlarken aslında isminizin bir önemi olmadığını fark etmiyor musunuz? Önemli olan duyguların isimleri, ses tonunuzun ismi değil mi? O zaman neden isminiz var. Ayırt edilmek için mi? O zaman neden eylemleriniz var. Ayırt edilmek için mi? Bir kişinin isminizi düz, sade, duygusuz bir şekilde söylemesi hiç içinizi acıtmaz mı? Benim çok acıtıyor. Hatta bana ismimle seslenilmesinden çok hoşlanmam bile. Düz bir şekilde Haluk denmesi, o çukura düşmeme bile sebep olabilir. Kapıların dışında soğuk, evsiz, sevgisiz hissetmeme sebep olabilir. Biri hiç farkında olmadan beni öldürebilir. Hiç farkında olmadan dünyamı aydınlatan fenerleri söndürebilir. Tabii bazı insanlar fenersiz yaşamaya, yolunu, dünyasını aydınlatan bir fenerin olmaması durumunu çok önemsemezler. Her gün birer birer feneri söndürülenler neden üzülsün ki? Her gün bir insanın ölmesi, her gün aynı şekilde bir üzüntüden bıkmaz mı insan, alışmaz mı? Her gün aynı geçse karanlıklar bile tatlı gelmez mi? Kötüye alışırsan kötü bile iyi gelmez mi? Kapıların dışında fenersiz kalmak o kadar korkutucu değil. Bir gün bir fener yanabilir ve bütün fenerlerin gereksiz olduğunu, aslında tek bir fenerin size yeteceğini anladığınız an hem zihnen hem umut ölçeğinizde bir tasarruf etmiş olmaz mısınız? Bazen bir yarışmaya katılmanın, kazanmaktan önemli olduğunu söyleyen insanların kafasında şu düşünce neden oluşmuyor? Katılanlara katılmak bu kadar önemliyken katılmayanlara katılmak neden bu kadar önemsiz? Kapıların dışında kalanlarla yaşamak, kendimizin aslında hiç yalnız olmadığını görmek bu kadar mı zor? Görmek istememek mi acı veriyor.

Kapıların Dışında (Wolfgang Borchert)

Meğer ölmek ne kadar iyiymiş, ölüm hiç de dayanılmaz bir şey değil sanırım. Ölüme dayanamadığı için geri gelmiş tek kişi yok ki. Belki de çok hoş, ölüm; belki de hayattan daha hoş. Belki de... Hatta öyle sanıyorum ki ben şimdi cennetteyim. Varlığımı duymuyorum artık. İnsanın artık kendi varlığını duymaması, cennette olmak âdeta.


Ölüm peşimizi kollarken biz olduğumuz yerde dikilip ölenlerin yasını mı tutalım yani? Şerefe! Hakları var! Ölülerin sayısı başımızdan aşkın. Dün on milyondular. Bugün otuz. Yarın biri çıkar, dünyanın bir kıtasını havaya uçurur. Haftaya biri gelir, insanları on gram zehirle yedi saniyede öldürmenin yolunu bulur. Bunların yasını mı tutalım yani? Şerefe, bu zamanda kendimize bir başka yıldız aramalıyız gibime geliyor.