Seni seviyorum, yıllardır. Seni çok yanlışlıklarla, seni hep karışmaklarla, takılıp takılıp yere çakılmaklarla seviyorum. Senin için saçlarımı ve gözlerimi satacak kadar. Senin için cihanı iki dirhem, gökleri bir çekirdek sayıp yerlere çalacak kadar.
Ama biliyor musun, bunların hiçbiri seni öldürmeme engel değil. Senin kapkara gözlerin, seher vakti durulanan ay gibi yüzün... Hiçbiri engel değil. Yaşamak istiyorsan; kırılmış yerlerde ve hep yemyeşil denizler vadeden tenha zihnimde bir şeyler yapacaksın. Ya bir şeyler yapacaksın ya da korkarım, ben seni öldüreceğim. Hem de bu sevmediğim herhangi birini öldürüyor gibi kolay olmayacak. Seni korkunun yüceliği kadar büyük, yaşanmayanın umudu kadar gerçek öldüreceğim. Kılıcım kınını bırakmaz, kalemin ucunu sivriltmezse bu işi ellerimi cebime koyup; lekeli, hüzün artığı kalbinden öylece geçerek yapacağım. Sen ya ezileceksin ya öleceksin. Kıyıda durup da denizin yanaşmasını bekleyecek kadar aptalsan bir şekilde biteceksin. Kendini korumak için ya benimle cenk edeceksin ya da barışmaktan azat edileceksin.
Ama bilirsin ki gitmen için kapı orada, düşecek uçurum da bol. Eğer ne giyerse giysin üzerinde hep bir beyaz elbise varmış gibi, sakin, hani dingin bir hava, durulmuş bir su gibi neşe saçan kadınları sevmeye devam edeceksen, lâyık bulursun ya, ben bundan sonra, üzerine afiyet, kapkara ceketli bir yırtıcıyım.