Yine güzel bir gün vardı manzarada. Geçmişin hayaletleri yanımda otururken defterimi dizlerime koyup kurşun kalem çıkardım. İlk önce poslu adamı çizmek istemiştim. Elim içgüdümü takip ederek ben daha düşünmeden çizime aktarırdı her şeyi. Bu sefer de öyle olacağına emindim.

İlk önce elleri çizmiştim. Dua eder gibi yukarı bakan avuçları, bitişik parmakları… İnanç, diye fısıldadım. Dini inancı neydi bilmiyordum ancak içimde bir yer derin bir soluk alırken doğru yolda olduğumu hissettim.

Ellerim ikinci kez harekete geçerken sayısız kara darbelerle gölge gibi duran şekiller çizmiştim. Bunlar belki dışarıdan bakan bir göz için anlamsız gelebilirdi. Fakat benim için ne üzerinde bir kafaya ne de devamında kollara ve bir gövdeye ihtiyacı vardı. Güçlü ve geniş omuzlar… Omuzlardan sarkan kapkara palto... Sıcak. Evet, palto sıcak tutuyor bu kara omuzları. Ne yapmalı? Paltonun üzerindeki silgi tozlarını silkelemeli.

Karanlık bir caddede, karanlıktan daha kara bir palto giyen heybetli bir adam... Yürüyor. Ama hızlı hızlı mı? Hayır, biraz yavaş yürüyor. Neden? Omuzlarındaki dertleri düşürmemek için.

Heybetli adamın heybetinden daha uzun gölgesi arkasına düşüyordu. Hayır, hayır, önüne düşüyordu. Çünkü bu adam arkasından gelen hiçbir şeye güvenmiyor.

Adam neden caddede yürüyor? Ormanda yürüsün. Olmaz! Ormanda akşam vakti çocuğun ne işi var? Korkar ormandan, ürker hayvanlardan. Hangi çocuk? Hani şey işte, kapkara paltolu, heybetli adamın caddenin bir köşesinde bulacağı çocuk. Eğer adam ormanda yürüseydi çocuğu hiç bulamazdı. Çocuk saklanmadı mı adamı görünce? Ben olsam saklanırdım. Adam korkunç, kapkara. Nasıl korkmasın çocuk? Çocuk hiç ama hiç korkmadı. Hem de hiç. Çünkü çocuğun daha önce gördükleri, inanır mısın adamın paltosundan daha kara. Çocuk adamı görünce gülümsedi bu yüzden. Çocuğa göre adamın paltosu bembeyaz.

Adam çocuğu görünce kafasını çevirip yoluna devam ediyor. Adam vicdansız değil. Elbette çocuğa bakıyor. Çocuğun yüzü kir, pas içinde. Ama gözleri ışıl ışıl. Yeni ağlamış belli, göz pınarları hala ıslak. Çocuk gülümsüyor, bembeyaz dişleri görünüyor kırmızı dudaklarının arasından. Neden kırmızı bu kadar dudakları? Dudağı patlamış belli. Gülünce kanayıverdi hemen. Ah çocuk. Zavallı çocuk.

Adam çocuk sırıtınca şaşırıyor. Çok şaşırıyor. O kadar şaşırıyor ki omuzundaki bir derdin düştüğünü bile fark etmiyor. Bakıyor çocuğa. Çocuk daha çok gülümsüyor. Adamın birkaç derdi birden düşüyor yere. Daha dik durmaya başlıyor omuzları artık.

Çocuk küçük mü? Değil ama adamın yanında küçücük kalıyor. Adam "Kalk." diyor çocuğa. Hayır, demiyor hiçbir şey. O gece kimsenin konuşmasına gerek yok. Çocuk kalkıyor direkt ayağa. Adamın yanında yerini alıyor. Bir adım bile arkasında kalmıyor ama bir adım önüne geçip de saygısızlık etmiyor. Adam izin veriyor yanında yürümesine. Birlikte sokağın sonuna doğru gidiyorlar.

Küçük bir rüzgâr esiyor. Çocuk titriyor. Adam paltosunu veriyor çocuğa. Çocuk seviniyor. Çünkü paltosu yerlere kadar sürünüyor. İlk kez elbiseye benzer bir giysi giyiyordu. Paçavralarının üzerinde ne temiz, ne asil duruyordu bu palto.

Adamın üstünde ne var? Üşüyor mu adam? Yok, yok. Üşümüyor. Kapkaranlık caddede, caddeden daha kapkara paltosunu çocuğa veren heybetli adamın üzerine gölge vuruyor. Ne giydiği görünmüyor ama titremiyor elleri.

Adam duruyor. Neden duruyor adam? Nerdeyse çocuk adamın önüne geçecekti. Saygısızlık yaptığını düşünüp üzülecekti çocuk. Ne düşüncesiz adam! Değil. Adam o kadar düşünceli ki çocuk paltosuna takılıp düşmesin diye duruyor. Zaten çocuk, adam durmasaydı düşecek ve adamın gerisinde kaldığı için daha çok üzülecekti. Adam çocuğun önünde eğilip karanlıktan daha kara paltosunun uçlarını çocuğun belindeki kemere sıkıştırıyor. Çocuk hayranlıkla bakıyor adama sonra bembeyaz gördüğü paltoya.

Adam ayağa kalkmadan önce ellerini kaldırıyor havaya. Çocuk korkuyor. Ne korkması? Çocuk o kadar biliyor ki korkulacak elin hangisi olduğunu. Bu elin kalkışı hiç ama hiç tehlikeli değil. Adam ne yapıyor? Dua ediyor. Avuçları yukarıya dönük, parmakları bitişik… Neden dua ediyor? Bilmem. Duayı içinden yapıyor. Taa, en içten. Ben bilemem o kadar içten duayı.

Çocuk gülümsüyor sanki az önceden beri gülümseyen kendisi değilmiş gibi. O da avuçlarını kaldırıp koyuyor ellerini adamın avuçlarının içine. Şimdi onun da elleri yukarı bakıyordu. O da dua ediyor mu? Bilmem. O da içten yapıyor. Sonra ayağa kalkıyorlar ve tekrar yürümeye başlıyorlar.

Öylece gidiyorlar çocuk ve adam. Çocuk seke seke, adam yavaş yavaş… Ama çocuk ne adamın önünde ne de arkasında… Adamın omuzları daha dik, çocuğun gözleri daha kuru…