“Çok okuyan mı çok bilir yoksa çok gezen mi?” diye sordu Kurtuluş Parkı’nda yürürken. Normalde etkili bir cümle olması için biraz düşünmek gerekti ama düşünmeye gerek duymadan “Çok üzülen.” dedim. Melankolik bir adam olmanın ilk gereği sorulan sorulara en net cevabı en komplike bir şekilde vermektir çünkü.


Hoşuma giden filmlerin çoğunun sonunu hatırlayamam. Mutluluk kelimesinin son iki harfine de bu yüzden takık bir vaziyetteyim sanırım: umut ve kaygı. Neden bir kelimenin son iki harfini sorgular insan ya da aklına gelen ilk iki kelime neden umut ve kaygı olur? Galiba o yüzden iki saniye falan baktı yüzüme. Tahmin edilmesi çok güç bir şey değil; aklıma yine mutluluk kelimesi geldi yersiz.


Karşımda vücut bulmuş bir şekilde oturuyordu. Oturuyordu oturmasına ama bu kez onun kafasının içinde hissediyordum ben de kendimi. Beyninin kıvrımları arasında elimde bira şişesiyle yürürken kaygının trafiği cayır cayır akıyordu, ben mutluluğun yolundaydım. Beni bir umut seven birisi bir gün kaygıları yüzünden hissizleşebilirdi de. Kolaylaştırmak için yoluma çıkan ilk beyin kıvrımından kaygının sağ şeridine attım kendimi. Sonra O, biraz tebessüm edip yağan karı izlemeyi cevap vermeye yeğledi. Hoş, cevap verecek bir manevra alanı da bırakmamıştım kanımca ya da gerçekten içinden “Ne diyor bu?” diye geçirip bir sonraki cümleyi benim kurmamı istemişti. Çok yıllar geçti üzerinden, hala o gün gerçekten ne düşündüğünü bilmiyorum. Bir daha açmamıştım konusunu, o da aynı soruyu tekrarlamamıştı.

Ağaçların havuzdaki huzmesine tutulmuştum. Adına mutluluk dediğim yolda peşi sıra gördüğüm ağaçlardan çok farklı, akıl ve kalp arasındaki keşmekeşten kurtulmuş hüzünlü bir huzur, rüzgarların oradan oraya savurduğu yapraklar da daha kararlı. Ne kadar süre dalgın izlediğimi bilmiyorum. Sigara izmaritinin havuzda sönme sesine irkildim.

Çıst!


Yanıma baktım, beni izliyordu. Büyük gözlerinde rüzgârın karı silktiği ağaçların yansıması vardı. Arkamda olup biteni berrak bir şekilde görebiliyordum. Onun için aynı şeyleri söylersem yalan olur. Sigara ve alkolden sararan gözlerde ne kadarını görebilirdi ki arkasındakilerin? En fazla bir eylül akşamı rüzgârda oradan oraya savrulan bir yaprak. Ya da bir yaprağın damarlarının içinde ne kadar hayat olabilirdi emip mutluluğu ölümsüzleştirmek için?


Yakınlaşmam gerektiğini düşündüm ki yapılması gereken oydu. Ama bacaklarından ziyade kollarını bedenime sarmasına ihtiyacım vardı.


Bir kadında tanımadığım “an” oydu çünkü.