-Beyaz giyinmemiz lazım.
-Düğünde gelinden rol çalalım diye mi?
-Pelin kendisi öyle istiyormuş, davetiyede yazıyor ya.
-Ne acayip.
Gaye’nin dolabında beyaz tek bir kıyafet yoktu, siyah dışında başka renk de yoktu aslında. Gardrobun önünde , sinirle bir tanesini çekti giydi ve üzerine beyaz bir gül iliştirdi, ikea’dan dizayn ettiği bembeyaz odasında simsiyah bir karadula benziyordu. Umrunda değildi, siyah converselerini de giyerek salona doğru ilerledi. Kocası hafifçe tebessüm etti, yapacak bir şey yok dercesine omuz silkti.
Düğünde tüm gözler Gaye’nin üzerindeydi, herkes beyaz bir kuğu gibiydi, kendi çirkin ördek yavrusu mu? Değilim diye düşündü. Hiçbir kategoride değilim, şu an kafa yormak istemiyorum zaten fikirlere ve de olması gerekene. Olanı yaşayalım işte diyerek piste çıktı. Pistin ışıkları gözlerini kamaştırsa da alkolün etkisiyle başı dönse de bildiğince ve gönlünce dans etti. Küçük beyaz nedimeler ellerinde papatyalarla sahnenin ortasında dönelirken Gaye, Can’la oturup şu küçük yaratıkları mı izleseydim acaba diye düşündü. Can ortalarda yoktu. Etrafına bakındı, bara doğru ilerledi, converse’nin ipleri çözülmüştü, düşeyazdı. Düşseydim keşke, ne komik olurdu, küçük hanımlar gülerdi. “Siz hep gülün, küçük hanımlar küçük beyler, güzel günler göreceğiz.” diye nara atardı bir güzel. Ne seviyordu, yüksek perdeden konuşmayı. Bugün olmazdı. En yakın arkadaşı evleniyordu. Can’ı bulmalı, yanından ayrılmamalıydı. Neden ayrılmayayım, belli ederim kendimi. Tüm hücrelerimle kıskanıyorum , insanlar anlasın mı? Anlasın.
Kendini gizlemekten, kuyruğu dik tutmaktan da bıkmıştı. Olmadığı biriydi, olmadığı biri gibi davranmayacaktı bugün. Ya da tam tersi mi. Bugün her şeyi sineye mi çekecekti. Yapamıyordu, içtiği viskiler canını okumuştu. Evde küçük balkonunda başlamıştı yuvarlamaya, Can’dan gizli. Her şey o pezevenk yüzünden geldi başıma. Şimdi bir de onun yüzünden olmadığım bir kalıba girdim, düşünmek yasak bana, vaaz vermek yargılamak yasak. Uyuşturdu beni diye söylene söylene düğün lokalinin gizli sokaklarına daldı. Bu sokaklarda gelin ve damat dans müzikleriyle gövde gösterisi yapacakları anı bekliyordu. Kapıya yaklaştı, üzerinde Pelin’in Kulisi yazısını gördü. “Hah kıçımın starı isminin altına da yıldız iliştirmiş.” diye tısladı. Kapı kilitliydi. Çılgınca kapıyı açmaya çalıştı. Yan taraftaki odaya bakındı, balkonu vardı, balkondan yandaki odaya geçiş… Ne görsün, gördü işte her gece rüyalarına giren o görüntüyü. Can Pelin’in dizlerinin önüne çökmüş yalvarıyor. 5 sene önce de aynı görüntü vardı. Can Pelin’in dizlerinin önünde Gaye’nin gözlerinin önünde kıza yalvarıyordu. Gaye’nin elinde bir bıçak karnına tutmuş. Kendimi öldürürüm diye tehdit ediyor ikisini de. Kendimi de bebeğimi de öldürürüm. Pelin ağlıyor, Can’a git istemiyorum, ikisi de benim yüzümden ölecek ben bu hayvanı tanıyorum kendini de bebeği de öldürür gözünü kırpmaz diyor, Can Pelin’e sensiz yaşayamam ben de ölürüm diye yalvarıyor. Bu görüntüden aylar sonra bebek, ben tehdit unsuru değilim istenmediğim dünyaya doğmam diyerek doğumda ölmüş, Gaye doğumdan sağ çıkmış, Can çoktan Gayeyle evlenmiş, Pelin Amerika’ya yerleşmişti bile.
Yıllar sonra Pelin, Türkiye’ye dönmüş, yeniden aşık olmuş, geride bıraktığı bu iki eski arkadaşını da düğüne çağırmıştı. Umduğu şey her şeyin geride kalmasıydı. Gaye sevgilisi Can’la bir punduna getirip beraber olsa da bebeği ve canlarını öne sürüp zorla evlense de unutmak istiyor çocukluk anılarına sahip çıkmak istiyordu. Beyaz bir sayfa açmıştı. Herkes beyaz giyinsin diye o yüzden tutturmuştu. İşte Gaye, hiçbir şeyi geride bırakmamış yine kapkara gelmiş, nefret dolu gözlerle karşısında dikiliyordu. Can’ı kendinden uzaklaştırıp Gaye’nin yanına atıldı. Gaye taş kesmiş bir halde ikisine bakıyordu. Kızı camdan uzaklaştırdı. Beyaz koltuğa oturttu, omuzlarından sarstı. “Bana bak Gaye, her şey geride kaldı, iki eski dost gibi konuşuyoruz, kendine gel.” diyerek eski dostunu sarstı.
Pelin evlenmek istiyor, küçük bir kızı olsun istiyor, bu iki insanı unutmak istiyordu şu an derhal. Pişman olmuştu, pembe hayallerine. Can, yine Gaye’yi umursamıyor, yalvaran gözlerle kıza bakıyordu. Gaye koltuğa çökmüş iki elini kolları arasında almış beynindeki uğultuyu bastırmaya çalışıyordu. Pelin bir yanına Can bir yanına oturdu. İkisi de bembeyaz. Aralarına karabasan gibi çökmüş bir kadın. Güzel bir aşkları vardı, ikisi de mühendislik son sınıfta okul biter bitmez evlenmeyi hayal eden idealist gençlerdi. Aynada yakıştıkları kadar ruhları da birdi ve görenler gıpta ediyordu. Kara çalı gibi girdin aramıza şarkısı çaldığında herkes göbek atardı ancak bu onların en büyük dramıydı. Pelin sadece Gaye’ye acımadı, unutamadı da bu ihaneti. Yalan üzerine bir evlilik inşa edemezdi, bu yüzden gitti. Döndüğünde ve Can’ı karşısında gördüğünde kendini aldattığını hiçbir şeyin geride kalmadığını anladı. Gaye’nin de içten içe canını acıtmak istiyordu. Kocana bak ben istedim beyaz giyindi, sen kara bir çalısın demek istiyordu. Demişti de ve şimdi de içten içe Gaye’nin her şeyi görmesi içini bir nebze soğutmuştu. Şimdi Can’ın elini tutsa ve kaçsalar herkesten uzağa Gaye kalakalsa istiyordu. Bir gayretle yapardı bunu. Önce düşünmesi gerekiyordu. Gaye öldürürdü kendini. Öldürsün, dedi. Evleneceği çocuk peki. Onuru ne olacaktı. Her şey karmançormandı. Can yine baktı Gaye’nin üzerinden kafasını kaldırarak. Hadi gidelim diyordu gözleri. Gitmeleri 10 sn’ydi. Sonrasında yaşanacaklar bir ömür. Gaye bir anda kalktı, eteklerini çekiştirerek balkona doğru yürüdü. İkisi de kımıldamadı. Atabilirdi kendini, bu sefer geberebilirdi. Atmadı, merdivenlerden inip sahneye ilerledi. Hiçbir şey olmamışçasına dans etti. Demek ki yıllar önce de blöf yapıyordu. Kendini de bebeğini de öldürmeyecekti. En küçük nedime kızın yanına yürüdü onu kucağına aldı ve sevgiyle sarıldı, ağlayarak dans ettiler. Gece boyu dans etti. Can gece boyu içti. Gelin ve damat gece boyu gülümsedi. Nikah kıyıldı, masalar gezildi, hediyeler verildi ve herkes evine dağıldı. Can ve Gaye dışındaki herkes.