Önümde kapkara bir kutu duruyor. Her yeri kilitlerle çevrilmiş. Kutunun dört bir yanında askerler var. Sahibinin yaşayacağı her ihtimale karşı kutuyu kaybolmaktan muhafaza ediyorlar. Askerler kutunun sahibinin en güvendikleri olmalı diye düşünüyorum. Kutunun üzerindeki kilitlerin fazlalığı kutunun baktıkça içine çeken karanlığı bunaltıyor içimi alelacele çıkıyorum odadan. Çünkü biliyorum ki açılmaya zorlanan kutulara bir kilit daha eklenir, biraz daha zifirileşir rengi. Merakım yok içindekine zaten. İnsanın kulesine çat kapı girilir mi hiç? Yaşadıkça daha da öğreniyorum kutuların varlığını. Kimin kutusu var kimin yok bir bakışta anlar hale geliyorum. Bazı insanlar kutusunu en derinlerinde saklıyor korkularının yanında, unutulmak istenenlerin arasında. Bazılarınınki apaçık ortada oluyor, huzurun bahçesinde. Ah bakın rengi bembeyaz! Belki de yastığının altında gözyaşlarının arasında saklayan vardır. Hüznün hemen yanı başında. Bir keresinde kutu sahiplerinin askerlerini seçtiğini duymuştum. Kutuyu emanet edecekleri kişileri belirlediklerini. Fakat askerler her zaman kutuyu korumak için gelmiyor. Sadakatle oynamayı sevenler çıkıyor. Bazıları anahtarı çalıyor. Bazıları da kutuyu o kadar parçalıyor ki sahibinin evi başına yıkılıyor. Nasıl inandım diye hayıflanıyor sahipleri. Zaman sınavından geçenler en çok hak edenler. Anahtarımı sımsıkı tutuyorum elimde. Sivri ucu parmağımı kanatıyor. Maviye çalan gökyüzüne bakıyorum. Bir gün bunu teslim edebileceğim biri çıkacak biliyorum diyorum kendime. Kutuyu derinlerimden söküp açacak biri olacak. Öyle korkusuzca söylüyorum ki bunu. Bir gün sevginin getirdiği körlüğe kanabileceğimi bilmeden. İnancın getirdiği saf mutluluğa tutunarak söylüyorum.