Kara


İnsanları hatırlayabilmek için kod isimler kullanmaya başladığımda üniversitenin ilk senesiydi. Mesela İtalyan Dili ve Edebiyatı’nda okuyan, şenliklere kadar varlığından bihaber olduğum bir çocuk vardı. Şenlik zamanı öyle bir dağıtmıştı ki tanıyan tanımayan herkesin aklında yer etmişti. Ben de her detayına kadar hatırlarım çocuğu üzerinden yıllar geçmesine rağmen ama adını bir türlü hatırlayamam. Benim için Yeşilli’den öteye gidemedi nedense. Yeşil bir montu vardı üzerinde alkolün etkisiyle bana küfürler savururken çünkü. Ben ne mi yaptım? Hiçbir şey. Elimdeki votka şişesini uzattım; o da önce şaşırdı, sonra aldı kafasına dikti. Çocukla münasebetim bundan ibaret olmasına rağmen hâlâ hatırlarım ama dedim ya sadece Yeşilli olarak.

Bazı insanları da daha rahat hatırlamak için ya da belli sebeplerden aklınızda çok yer etmesiyle alakasız olarak bazı kod isimlerle hatırlarsınız.


Böyle bir arkadaşım var. Ben ona Kara diyorum.


Esmer olduğu için Kara diye bir isim koyduğumu düşünenler olabilir. Başlangıç kısmına kadar oldukça haklılar; fakat daha sonra iç ezilmeleriyle gelen hayat hikayesinin kara(n)lığını yabana atmış olurlar düz düşünmeye devam ederlerse şayet. Kara, Diyarbakır’da doğmuş. Oranın kültürüyle yoğrulmuş. Daha sonrasında İstanbul’a göç eden bir ailenin, iki yıllık İspanyolca okuduktan sonra Ankara’ya okulunu dört yıla tamamlamaya gelen, yedi çocuğunun en ortancası. Ömrü biraz çocuk büyütmek ve büyük avutmak arasında gidip gelenlerden. Şu ana kadarki ömrünü henüz aile kurma kavramını bilmediğimiz yaşta iki aile kadar ergen ve ergen olmadığını iddia eden büyüklerini büyütmekle geçirmiş.

Nasıl tanıştığımıza dair çeşitli rivayetler var ama nasıl tanıdığımı biliyorum. Aile üzerine konuştuğumuz ve geçmişini bilmediğim bir gün bir cümle kurmuştum ve karşılığı “O işler öyle olmuyo işte.” olmasa bile ona benzer bir şeyler olmuştu. Sabaha kadar konuşmuştuk ve ben ertesi gün hiçbirini hatırlamıyordum. Bu kadar çile benim için bile fazlaydı sanırım ki beynim otomatik olarak her şeyi silmişti. Alkol olsa da olmasa da öyle kolay silmez her şeyi, ezberime güvenirim çünkü. Ama o gece anlatılan ne varsa her şeyi silmişti işte.

Kaderciliğe karşıyım ama yaşamam gerekenmiş ki sonraları çoğu kez aynı ortamlarda denk geldik, çoğu geceleri sabah ettik bu mevzuları konuşarak. Sonra benim canım oldu Kara. Ciğerim oldu. Canım ne zaman sıkılsa anlattığım sayılı insanlardan oldu hatta bazı geceler kafam bir dünya kapısına dayanıp “Dinleyeceksin beni,” dediğim.

 

Ben anlattım, o dinledi; o anlattı, ben dinledim; o benim anlattıklarımı gün gün aklına yazıp sorduğumda bu yüzden böyle olmuştu derken ben onun anlattıklarını gün gün unutup bir gecede kazıdım belleğime. Onun gerçeklerinin benim unutmaya çalıştığım hayat olduğunun farkına vardığım, aslında ne kadar da acı çekmeye meyilli paralel hayatlarımız olduğunu anladığım gün.

Bir insanı iyi tanırsanız eğer içinizde kendinize kabullendiremediğiniz bir soğukluk olur. Ama bir insanı çok iyi tanırsanız eğer içinizdeki her soğukluğa ayrı eldiven, ayrı palto verirsiniz. Dost meclisindeyken deniz kenarında yakılan ateşler bundandır ve her zaman ilk sarhoş olan en çok değer verendir ya size ya da birilerine. Ama en son şezlongda yarı uyanık üzerinizi örten gerçekliğin de ta kendisidir.


Benim üzerime deniz kenarında hava aydınlanmış, ateş sönerken en kuru havluyu bulup örten sensin Kara.


Gözlerinden öperim.