Aynı yol üzerindeyim, Ahmet.

Görmüyor musun?


Aynı ağaçların yanlarında aynı terk edilmiş banklar, aynı dallardan düşüp sararmış benzer yapraklar.


Bastığım yerden çıkan hışırtılar seni umutsuzluğa sürüklüyor mu?


Ahmet, çok şaşkınım.

Aynı yoldan, farklı bir yere yürüyorum.


Kendimin, bana tuzaklar kuran kısmıyla yol üzerinde denk geliyorum. Tuzakların yerini söylüyor ve bu kez güveniyorum.


Başını ve sonunu sormadan, sebeplerinin de peşinden koşmadan.. Ahmet, artık bazı şeyleri önce yaşayıp sonra anlayabileceğimi biliyorum.


Uygun bir surat bulamıyorum ama kendime, bir el feneriyle tüm kuytu köşeyi süzüyorum. Ne pişmanlık, ne korku, ne de kibir; Ahmet. Zamanımı böyle şeylerle paylaşmamaya özen gösteriyorum.


Beş yaşında tekerlekli sandalyeyle annem tarafından gezdiriliyorum. Yüzümdeki maskeyi çıkarıyorlar ama Ahmet, bu kez karahindibalara üflemeyi ben istemiyorum.


Çünkü dursunlar, güzeller öyle.

Çünkü ne gerek var?


Yine de çok heyecanlanmıyorum Ahmet, her anın bir sonrası da var.


Ama ince bir elbisedeyim, hava güzel, hem ılık hem de serin.


Ahmet, nefes alıyorum, bak!


Üstelik suyun içindeyim.


Üstelik de su, boyumdan oldukça derin.