Freud’a göre dünyanın en büyük üç eseri, Hamlet, Kral Oeidipus ve Karamazov Kardeşler. Üçünde de baba katilliği, bir kadın yüzünden çıkan düşmanlık ortaktır. Fakat sebepler, işleniş ve sona gidiş farklıdır. Dostoyevski’nin karmaşık kişiliğini ise dört yönden ele alıyor Freud: .

•Yaratıcı bir sanatçı

•Nevrozlu bir sara hastası

•Ahlakçı ve

•Günahkar


Sara hastalarında görülen zeka geriliğinden Dostoyevski’nin nasibini almayışı ise şüpheli. Organik sarada bir kişi beyin hastalığına tutulmuşken, Duygusal sarada kişi, nevrozludur. Dostoyevski için, Duygusal sarayı uygun görüyor Freud, çünkü bu dehanın başka bir açıklaması olabileceğinden bahsetmemiş keza Stefan Zweig’e göre de bu böyle. Freud, Dostoyevski’nin karmaşık kişiliğini üç etkene bağlamış: Duygusal hayatının gerilim taşıması, Doğuştan sapık içgüdüsel eğilim, Çözüme gelmeyen sanat yeteneği. .

18 yaşında babası öldürülünce nöbetleri korkunç seviyeye gelen yazarın yansımasını romandaki uşakta görmüş oluyoruz. Ayrıca kişiliğinde sadistliği dile getiren yanları da yok değil. Sevdiklerine acı çektirmekten hoşlanan birisi. Tüm bu yaşam zorlukları, haksız yere birkaç kez hapsedilmesi, şans eseri kurşuna dizilecekken hapis cezasına çarptırılması, yoksulluk çekmesi, çocukluğundan gelen psikanaliz açıdan şiddetli travmalar, Dostoyevski’nin dönüm noktası olmuştur. Onun için bu haksız cezalar babadan, yani Çar’dan gelen cezalardır. Bu da gerçek babasına karşı işlediği suçun cezasıymışçasına onun kabulüdür. Daha sonraları kumarbaz olup karısının karşısında küçük düşmesi, onu vicdanen rahatlatan bir unsur. Sadece Rus milletini bir arada birbirine sevgiyle bağlı bir şekilde görme isteğiyle yanıp tutuşan yazarın cenazesinde trajikomik bir şekilde ihtilalin patlaması, onun hayatı boyunca (hep dediğimiz türden) “elini neye atsa kuruttu” durumunu gözler önüne seriyor. Zweig ise, “eğer içten yaşanmazsa Dostoyevski bir hiçtir.” diyor. Çünkü Dostoyevski okurundaki duygu bütünlüğünü parçalıyor, kahramanlarının her biri tutkulu ve ateşli kimseler. Kendisi gibi. Dostoyevski dehasını Karamazovlar Kardeşler’de paylaştırdığı karakterlerde görüyoruz. Babasını Fyodor Karamazov’da, zekasını ve Tanrıyla hesaplaşmalarını İvan’da, nevrozlarını Dimitri’de ve hastalığını Smerdyakov’da... Smerdyakov aynı zamanda Dostoyevski’nin Oidipus’udur. Çok küçük yaşta ölen oğlunun adını, romanın masumiyet ve iyilik timsali kişisine vermiştir: Aleksey Karamazov, Dostoyevski’nin kurtarıcı meleğidir. İvan ve Aleksey için, inanç çatışmasının simgesi denebilir. Karamazov Kardeşler, okuru sorgulayış sahnesinde bir başına bırakır. Her biri kendince ‘gururlu’ Rus halkını çini gibi işler. Kadınların histeri yaşarcasına heyecanlı ve süslü konuşmalarını, Rus halkının ‘yeteri kadar çalışma’ anlayışını, bir yanda bolluğun öte mahallede ise sefaletin izleklerini ortaya döküverir. Ahlaki değerlerin, doğru ve yanlışın, onur ve vicdanın, suç ve şeytaniliğin çatışmaları içerisine düşkün bir aşkı da ekler. Baba evi hatıraları ise romandan ayrılmaz. İnsan ruhunun dirilişi, uyanışı söz konusu olan eserde, en çok Tanrı sorgulanır. Yazar inanmakla inanmamak arasında vicdan azabı çekercesine günahkar olmaktan korkar. Ama öte yandan, günahkar olup da ceza çekmek de ister. Onun cezasını belki de romanda İlyuşka üstlenmiştir.