Karanlık ve soğuk yan yana gelince kâbus gibi duruyor değil mi? Şu an her ikisi yan yana fakat güzel bir rüya benim için. Sabahın en erken saatinde kalkıp güneşi uyandırmak da bana düştü bugün. Maalesef göremeden uyandıracağım onu. Göremeyecek olmamın sebebi ise kapalı bir yerde olmam. Bir süredir kapalı bir yerdeyim. 

Yalnız kalabilmeyi özlemişim. Bunu fiziki bir yalnızlık olarak belirtiyorum. Yoksa kaç gündür yalnızlıktan yakınıyorum zaten. Velhasıl hem karanlık hem de soğuk içime işliyor. Her ikisinin de çaresi yok. Aramıyorum da zaten. Belli bir zaman sonra bin yılların bana bıraktığı tek miras olan karanlık -felsefi olarak bu böyle- doğu yönünden bir örtü gibi kalkmaya başlayacak. Bedenim örtünün aydınlanan tarafında, ruhum ise karanlık tarafında kalacak. Orada kalmayı kendisi istiyor gibi... İkna edemiyorum şu sıralar. Yani hem tercih hem de zorunluluk olarak. 

Elimde yine tohumlar var. Hangi tarafa serpeceğimi bilmediğim. Karanlık ile aydınlığı birbirinden koparmamayı bilecek kadar olgunlaştım. Ancak halen aydınlığa koşmayı isteyecek kadar da çocuğum. Karanlıktan korkan yanlarımı geride bıraktığım gün büyüyecektim. Öyle demiştim kendime… Farkında olmadan verilmiş bir sözdü bu. Şimdi zaman ilerledikçe karanlık korkumu yavaş yavaş yitiriyorum. Yine aynı çocuk masumiyetiyle yerine yeni korkular ekiyorum. Bilmediğim, hissettiğim, dokunamadığım, yaşadığım ne varsa karanlığın denizine aksın. Hem siyah ne güzel kelimedir. Öyledir değil mi?

Her maddenin bir uzayı vardı. Böyle görmüştük. Feneri en karanlık tarafa doğru tuttum az önce. Düğmesine basınca aydınlattığı yer kadar uzayı oldu. Bir maddenin uzayını yok etmek benim elimde olmamalıydı belki de. Bu durum insanda değişiyor. Benim uzayım fiziki olarak kapladığım alan, yani hacmim mi mesela? Bu mümkün olmamalı. Benim uzayım düşünce ufkum kadar. Evrende en uzak olarak nereyi düşünüyorsam o kadar işte. Ve çok ama çok uzakları düşünebiliyorum şu sıralar!