Gözlerimi açıyorum ve uyandığımı sanıyorum. Tavan, sanki kaçmamı istercesine bağırıyor gibi, ancak sesini duyamıyorum. Dudakları gölgeler arasında oynasa da hiçbir anlam ifade etmiyor. Uyuyorum. Bakıyorum etrafıma. El feneri ile dolaşanlar, odanın camlarından parıldıyor. Aranıyorlar, tıpkı benim de arandığım gibi. Farkımız ise değer sistemimiz. Neyin iyi neyin kötü, neyin değerli neyin de değersiz olduğu üzerine. Gözlerim, tam da kapandığı yerden morarıyor ve soluyor. Benek benek soluyorum, inceliyor tenim. Yarılıyor... Ancak hiçbir kesik akıtmıyor kanımı. Tüm bu durum üşümeme sebebiyet veriyor. Pencereden bu durumu gören el fenerli insanlar cama tıklatıyor ve evimden içeri bakıyor. Üşüdüğümü anlayanlar sahte güneşleri ile ya beni uyandırmaya ya da sıcak tutmaya çalışıyorlar ama boğuluyorum. Gölgeler ellerini uzatıyor ama tutamıyorum. Gölgeye uzanan elim, başka bir gölgeye doğru çekiliyor. Batıyorum, ancak uyanmıyorum. Uyanmadığım gibi ölmüyorum da...