Öyle karanlık ki… Artık içimden dışarı taşıyor ve hayatımın tüm renklerini koyuluğuyla soğuruyor. Tüm sesleri… Işıkları… Beni… Hayatın sesini bile duyamıyorum. Kulaklarım her şeye tıkalı. Herkes hayat arkadaşıyla, sevgilisiyle mutluluk rolünü üstlenmişken ben oyun bile oynayamıyorum. Sahne boş. Işıklar daima kapalı ve konu anlamsız, belki de anlaşılamayacak kadar karmaşık. Kim bilir? Yüzüme rüzgâr çarpmayalı çok uzun zaman oldu. İnsan sesi duymayalı… Ellerimi açıp koşmak, tüm her şeyi kucaklamak istiyorum. Her şeye o kadar açım ki! Hiç kimse beni kucaklamasa bile ben yaparım. Bunu istiyorum! En azından konuşabileceğim bir arkadaş, birisi işte! O konuşmasa da olur. Hatta dinlemese bile olur. Zaten herkes dinliyormuş gibi yapmıyor mu? Ne olacak? Yanımda dursa, ben anlatsam. Belki başımı omzuna yaslarım. Olmaz mı? O gelse ve yine tüm güzellikleri karanlığına çekse… Lanet ediyorum! “Kahrol!” diyorum. Ama kime? Yalnızca konuşabildiğim, kızdığım kendime. Biraz ses belki, biraz kahve… Çok şey mi istiyorum tanrım? İnsan gibi birkaç saniye. Hem belki biraz düşünürüm ne yapacağım diye. Belki bir şeyler olur ve renkleri geri getirebilirim. Bulutların üstünden yere inip kalkmalıyım. Bu mutsuz sahneyi bırakıp kendimi dışarıya atmalıyım. Belki bir tanıdıkla karşılaşıp sohbet bile edebilirim. Çünkü kendi kendime konuşmayı bırakırsam konuşmayı unutacağım.


Resim: William Blake - Cain Fleeing from the Wrath of God (Harvard Art Museums/Fogg Museum. 1805-1809.)