Lars von Trier'in Golden Heart üçlemesinin üçüncü filmi olan Karanlıkta Dans, Amerika'ya büyük umutlarla gelmiş Avrupalı göçmen bir anne ve oğlunun hikayesini ve aynı zamanda bu hikayedeki birtakım ahlaki ikilemleri sunuyor.
***
Selma, Çekoslovakya'dan Amerika'ya göçmüş, oğluyla birlikte küçük bir karavanda yaşayan, geçimini fabrikada çalışarak sağlayan genç bir kadındır. En büyük tutkusu (aynı zamanda hayatla baş etme yöntemi) ise hayal kurmak ve dans etmektir. Hatta bu tutkusunu hayal gücüyle sınırlamakla kalmamış, amatör bir tiyatro ekibine katılmış ve bir müzikalde rol almaya hazırlanmaktadır. Selma'nın bu küçük ve şirin dünyasının iç yüzünde ise bizi büyük bir dram beklemektedir. Selma'nın genetik bir görme bozukluğu vardır ve ne yazık ki bu bozukluğun son evresi görme yetisinin tamamen kaybolması olacaktır. Hayallerin gerçekleştiği ülke olan Amerika, Selma için nispeten geç kalmış olsa da en azından oğlu için bir umut kaynağı taşımaktadır çünkü erken yaşta yapılacak bir ameliyat çocuğun hayatını olumlu yönde değiştirebilecektir. Selma hayattaki en büyük sınavının oğlunun tedavisi için verdiği uğraş olduğunu düşünürken, hayallerin diyarı Amerika ise onu beklemediği yol ayrımları ve ahlaki ikilemlerle karşı karşıya getirecektir.
***
Trier'in müzikal ve dram türünde ele aldığı Karanlıkta Dans'ta, Selma'nın gündüz düşleri (daydream) ile filmin akışına kısa bir ara verip sanki bir dramın içinde değilmiş gibi dans edip şarkı söylemeye koyuluyoruz. Umutsuzluğa ve hüzne yer olmayan bu sahnelerde spot ışıklarını Selma'ya çevirerek dünyayı o kısa anlarda yaşanabilir ve umut dolu bir yer olarak görüyoruz. Ardından şarkı bitiyor, dansçılar yerlerine dönüyor ve hayat olanca acımasızlığıyla kaldığı yerden devam ediyor. Bu yabancı ülkede Selma ve oğlu Gene'e sıcak dostluklarını sunan ve evlerini kiralayan Bill ve Linda çifti hikayenin akışını yokuş aşağı götüren kilit isimler olarak karşımıza çıkıyor. Burada Trier'in zekası ve sivri dilinden nasibini alan Amerikan kapitalizmi ve adalet sistemi (dolayısıyla devlet kurumları) Bill ve Linda karakterleri üzerinden eleştiriliyor. Trier'in Amerikan rüyasıyla başlattığı ve Amerikan gerçekliğiyle bitirdiği film, son sahnede hem sanki piramidin en üst tabakasından geliyormuş gibi hem de aynı zamanda tanrının sözleriymişçesine hissettiren mesafeli, üstten ve keskin olan şu satırlarla perdeyi kapatıyor: "Bunun son şarkı olduğunu söylerler. Ama görüyorsunuz ki bizi tanımazlar. Ancak biz istersek son şarkı olur bu.".
***
Düşler, gerçekler, ahlaki ikilemler, yol ayrımları, sistem eleştirisi, adalet, göçmenlik, fedakarlık temalarını hem kalp kırıcı hem de ufak bir gülümsemeyle izleten Trier, izleyiciye hüzün dolu bir müzikal sunuyor. Trier'in Dogma 95 tarzıyla doğal ışık, hareketli kamera teknikleriyle çektiği Karanlıkta Dans, halen yönetmenin klasiklerinden biri olarak anılmaktadır. Başrolde izlediğimiz Selma karakteri olan İzlandalı şarkıcı Björk ise oyunculuğu ve sevimliğiyle izleyiciyi hikayede tutmayı başarıyor. Cannes'dan ve birçok törenden ödüllerle dönen filmin, Trier'in çarpıcı tarzına yakışan bir yapım olduğunu söyleyebiliriz. :)
***
İyi seyirler.
N.T. 🌼