Karlarla kaplı ormanda yalnız başına yürüyordu kar adam. Yılın bu zamanı ona hayat veriyordu. Soğuk kış, kuruttuğu bitkileri kardan ruhlara dönüştürür, göremedikleri kış dönemini ruhlarına işlerdi. Ayılar uykuya dalar, kardan adam olur; çiçekler kurur, kar tanesi olarak yağardı. Bu mantıkta ayılar, çiçeklerden yapılan canlılar olurdu kışın. Sıcak söner, soğuk olurdu. Bir tek ağaçlar olduğu yerde kalır fakat onlar da elbiselerini değişirdi. Kış yaşamı böyle yenilerdi işte. Sonlara doğru eriyen o karlar toprağa dolar, bahara can verirdi. Uyanan toprak ayıları ve diğer canlıları da uyandırır, döngü böyle sürer giderdi.


Bizim hikâyemiz bahara varmaz henüz. Kar adam, kışın en soğuk zamanında yaşardı sonuçta. Zavallı dostumuz koca ormanda tek başına yaşamını sürdürür, her işini kendisi görürdü. Ağaçlar ona sığınak olur, uluyan kurtlar ona yol gösterirdi. Kimsecikler onu ziyarete gelmez, o da günlerini toprağı örten karın üzerinde ormanı gezerek geçirirdi. Üç ayı görmeyecek yaşamında tek isteği birilerinin onu görmesiydi. Özenle birleştirilmiş bedeni, üzerine işlenmiş üç adet minik taş ve kömür gözleriyle çevresinde bir yaşam belirtisi arayarak geçiriyordu günlerini. Elbette onu da birisi yapmıştı. Buralara uğramayı akıl eden bir insan zamanını ona ayırmış, bu kardan bedeni yaratmıştı. Kardan adam sahibinin kim olduğunu hiç görmemişti. Muhtemelen kömür gözlerini yerleştirdikten sonra onunla tanışmaya fırsat tanımadan çekip gitmişti. Hayatının ilk saniyelerinden hatırladığı tek anı kırmızı bir kamyonetin dumanlar içinde ayrılmasıydı.


Zavallı kardan adam neredeyse iki ayını hiçliğin ortasında birilerini arayarak geçirmişti. Bu süreçte zaman zaman onu yapan insan hakkında düşünmüştü. Nasıl biriydi? Buralarda ne işi vardı? Onu neden yaşamdan uzak bir yerde yapmıştı? Yaptığı kardan adamı neden anında terk etmişti? Buz gibi soğuk kafasının içi bu sorularla doluydu. Yalnızlığına düşünceleri eşlik ediyordu. Şurada en fazla bir ayı kalmıştı. Bir ay sonra hayat, kar ve buzdan toprak ve içindeki canlılara kayacaktı. Hayatı ondan yavaş yavaş uzaklaşırken içindeki iletişim ihtiyacı katlanılamayacak seviyelere ulaşıyordu. Tek isteği onu görecek biriydi. Görecek, onun gibi bir kardan adamın bu ormanın ortasında ne işi olduğunu düşünecek fakat sonrasında onun ile ilgilenecek, taşlarını düzeltecek ve vücuduna kar ekleyecekti. Elbette birbirleriyle konuşamazlardı ama kardan adam ona kendi hikâyesini anlatacaktı. Aylarca gördükleri kömür gözlerinden karşısındaki insana yansıyacaktı. Derdi anlaşılmak değil, fark edilmekti.


Günün birinde yine kar kaplı ağaçların etrafını turlarken beklenmedik bir karşılaşma yaşandı. Büyük gövdeli bir ağacın gölgesinde, karların ulaşamadığı bir toprakta kış aylarında görmeniz pek zor olan birisi bekliyordu. Bembeyaz bir papatya, o ağacın yarattığı minik gölgede kendi baharını yaşıyordu. Kışın doğal ortamında görülmesi zor olan bu minik bitki, onca soğuğa direnmiş ve belki de döngüyü tek başına bozmuştu. Diğer çiçekler gibi kar tanesi olmayı reddetmiş kısa olan ömrünü bir çiçek olarak devam ettirmişti. Elbette soğuk kışı kar tanesi olarak görmek ve bir papatya olarak görmek aynı şey değildi. Papatya zayıf bünyesiyle onlarca zorluğa dayanmıştı. Papatya ölseydi kar tanesi olduğunu biliyor muydu sorusu tartışma konusu olsa da sonuçta bu narin çiçek direnmeyi tercih etmişti. Kaderine razı gelmek istememişti. Yerde uzanıp ona bakan kar tanesi arkadaşlarından habersiz direnişini sürdürüyordu o küçük toprak parçasında. Bu ilham verici doğa olayı kar adamın ilgisini çekmiş olacak ki karların üzerinde çiçeğin olduğu yere doğru kayıp gitti.


Şaşkınlığının sebebi bu bitkinin kar tanesine dönüşmüş olmaması değildi. Aksine ilgisini çeken tek durum kendisi dışında gördüğü ilk canlının bu minik bitki olmasıydı. Sonuçta ne o kendisinin baharda uykuya dalan bir boz ayının ruhu olduğunu biliyor ne de papatya direnmeseydi küçük bir kar tanesi olup yağacağını biliyordu. Belki ayı yapayalnız bir kardan adam olacağını bilse hiç uyumazdı veya zavallı papatya yaşamaya devam edeceğini bilse bunca çabayı göstermezdi. Günün sonunda ayının ruhu yalnız kalmış, papatya ise direnişi yüzünden çok üşüyordu. Küçük papatyanın titreyen bedeninin başında dikilmiş, ona bakıyordu kardan adam. Konuşmaları imkansızdı tabii. Birbirlerine bakıp hislerini anlamaya çalıştılar birbirlerinin. Kardan adam zavallı çiçeğin üşüdüğünü görüyordu. Papatya kardan adamın kurtulmak istediği yalnızlığı fark etmişti. Tek ortak noktaları canlı olmalarıydı muhtemelen. Ama bu bile birbirlerinin sıkıntılarını anlamaya yetmişti. Papatya ondan biraz gölge ve esen rüzgâra karşı bir koruma isteyebilirdi. Kardan adamın ise ondan tek beklentisi şimdi olduğu gibi onu görmesi, acısını anladığını belli etmesiydi. Soğuk havaya rağmen sıcak bir bağ oluştu aralarında. Bu bağın sıcaklığı papatyayı canlı tutacak, kardan adamı ise eritmeyecek cinstendi. En azından şimdilik…


Bir ay çabuk geçti. Ağaçların elbisesi üzerinden çıkmıştı. Çıplak ağaçlar, dallarından minik yeşillikler çıkartmaya başlamıştı. Yerdeki kar birikintiler olarak kalmış, yerini yoğun bir çamura bırakmıştı. Yaşamın muhteşem akışı, birinden diğerine geçiyordu. Kar olan çiçekler toprağa karışıyor, uyuyan canlılar gözlerini dünyaya yeniden açıyorlardı. Ufalmış kardan adam arkadaşı papatyanın başında bir gün daha geçirmek için direniyordu. Zamanında minik gelen o bitkiyle aynı seviyelere inmişti artık. Göz gözelerdi günün her vakti. Geçen her gün, eriyen her damla kar, papatyanın köklerine dolmuştu. Kardan adam gidişine üzülse de minik dostunu daha canlı görmek onu teselli ediyordu. Canlılığın sebebinin kendisi olduğunu bilse sevinçten havalara uçardı. Kardan adam son yaklaşıyordu. Kendisi son sansa da ormanda bir yerlerde dev bir ayı, kış uykusundan uyanmaya hazırlanıyordu.


Habersiz bir şekilde ayrıldı kardan adam dünyadan. Papatya uykudayken eriyip gitmişti. Uyandığı o tatlı bahar sabahı papatya için acı dolu soğuk bir kış gününden farksızdı. Bir aydan uzun süredir yanında olan yol arkadaşı, kendisinin direndiği bu döngüye yenik düşmüştü. İkisi de bundan haberdar olmasa da zavallı kardan adam küçük papatyaya hayat vermişti. Köklerine dolan o soğuk su, dostunun ta kendisiydi aslında.


Zavallı papatya kendini perişan etmişti bütün bir bahar. Direnişe olan inancını yitirmişti artık. Yine gidecek olan bu sıcak havalar ona acı veriyordu artık. Yolda onu bekleyen soğuk havaya teslim edecekti kendini. Kaybettiği dostunun rengi beyazı görmeye dayanamazdı bir dönem daha. Kendisinin beyaz yapraklarından haberi olsaydı parçalardı zayıf vücudunu. Yalnızlığı beyaz dostundan miras kalmıştı. Hayat devam etti. Bir boz ayı ağaçların arasında koştu birini ararcasına, bir papatya koparıldı kırmızı kamyonetli bir insanın elleri tarafından. Bu hikâye de gerçeklikten uzakta bir yerde kendince son buldu.