Bir karınca gibi yazmalıyım ya da bir deli gibi. İkisi arasında başka bir şey olmaz. Zaten ne farkları var ki? Bekle, bekle… Hayır, ne zamanlı ne zamansız; ne de yarı zamanlı bir eksiklik bu. Şimdi manasız bir durgunluk var kuğu gölünde. Ördeklerin bale yapma zamanı gelmiş. Ördeklerden biri ben, belki de olmamam gereken bir yerde bir kuğuya bale yapmaya kalkışıyorum. Ne cesaret! Kuğu bugün kendini göstermedi. Yazık. Şimdi takvimle konuşup birkaç yaprağını daha kopartma vakti. Ne acı! Benim acılarımdan belki de o da yapraklarının koparılma acısı yaşıyor. Ne garip! ilgisiz konular yine birbirine bağlandı. Hayır, burada günahsız olan karınca. Karınca ben, ördek de ben, kuğu gölünde bale yapmaya çalışan olan. Kendimi tanımlayamadım. Kendimi tanımlayamamamın sebebi takvim gibi eksiz kalmam. Takvimin takvim olmasının sebebi benim. Takvimi koparan benim, koparılan benim, ben takvimim. Ne dolaylı!

   

İşin aslı belli değil. Karınca yazın gelebileceğini takvimden haber almış, mutluluğundan koşa koşa kuğu gölüne doğru gitmiş, yazın geleceğini takvime onu koparan söylemiş. Yaz beklerken ansızın bir yağmur çıkmış ortaya. Bu yağmur sadece karıncalar için bir yağmurmuş. Yağmur aslına gözyaşıymış. Gözyaşı döken, yazın aslında gelmediğini anlayan kişiymiş. Günahsız karınca gözyaşında boğulmuş. Yazın gelmediğine üzülen ben, gözyaşında boğulan karınca yine ben. Ne karışık!

    

Hikayedeki kuğuyu asla öğrenemedik. Kuğu bugün kendisini hiç göstermedi. Hiçbir soruya cevap vermedi. Ördek üzüntüsünden kuğu gölünde bale yapmayı bıraktı. Evine gidip takvimi kopardı. Acılı takvim yazın henüz gelmeyeceğini öğrendi. Ben takvimden yazın daha gelmeyeceğini öğrenip karıncaya söyledim. Karınca ağladı. Gözyaşında hep beraber boğulduk. Ne üzücü!