NOT: Bu öykü @üçüncü ile beraber yazılmıştır.



Fabrikadan çıktım, ikindiye değin yürüdüm. Güneş tepemden inmemişti, su içinde kalmıştım. Dinlenmek için bir taşa oturdum. Taş sıcaktı, kendimi iyi hissetmiyordum. Önümdeki çalı çırpıyı seyrettim, bedenimin gölgesi vuruyordu. Karıncalar ülkelerini terk etmeye başladı. Biz farklıyız diye düşündüm. Onlar sıcağı arıyordu, ben sıcaktan yorulmuştum. Güneş battığında ayaklandım, mesaim başlayacaktı. Son kez karıncaları aradı gözüm. Toprak sakindi, akşam serinliği çökmüştü. Yuvayı çiğnedim, işe gitmek üzere yola koyuldum.


Mola bitmişti. Ellerim otomatik bir şekilde parçaları birleştiriyor. Çalışmayı seviyorum. Bana iyi geliyor. Düşüncemin berraklaşmasını, vücudumun kontrolü ele geçirmesi iyi hissettiriyor.


Fabrikanın içi aydınlık, makineler son ses çalışıyor, koca bir karınca ordusunun ayak sesleri gibi kulağımda yankılanıyor. Ve sıcaklık, ince bluzumu ter içinde bırakıyor. Ağır iş. Herkesin yapacağı bir şey değil. Basit de. Gece eve gittiğimde yorgunluktan kendimi yatağa atıyorum. Hemen uyuyorum. On iki saat çalışmak uykuma iyi geliyor. Yorgunluk düşüncemi bastırıyor. Morpheus düşlerime uğramıyor. Aramız bozuk.


Robot parçalarını alıp birleştiriyorum. Vidalarını takıp sıkıyorum. Ellerim nasır tutmuş. Hoşuma gidiyor. Parçalar bittiğinde tamamlanmış elektronik koyuna bakıyorum. Ürettiğimiz bu, elektronik koyun. Çayırlar da hiçbir zaman otlanamayacak. Rüzgârı hiçbir zaman kürkünde hissetmeyecek. Başka bir fabrikada süt üretecek insanlar için.


Zil sesi duyuluyor, mesai bitti. Dışarısı iyice karanlık. Top sakallı şişman şoför beni süzüyor, kırmızıya çalmış küçük gözleri terli göğsüme kitlenmiş dikizliyor beni, aşağıya iniyor bakışları, büyük bir beğeni ile vücudumla günah işliyor. Hayallerinin kirli objesiyim. Servise biniyorum. Hızla bizi evlerimize fırlatıyor. Yürürken kalçama baktığını hissediyorum.


Yorgunum. Anahtarı deliğe sokup evime giriyorum, içeriye adım attığım gibi yabancılık duygusu ensemi kabartıyor. Hiçbir zaman insanların bahsettiği o sıcak yuva metaforunu yaşamıyorum. Evler hep yabancı bana.

Görevimi terk etmemin nedeni de bu, cenneti terk etmemin nedeni. Onlar mutlu, ben ise sessizdim. Tanrı’nın verdiği görevleri yapacak gücüm yok. Yüce varlığı içimi ısıtmıyor. Babamı hayal kırıklığına uğrattım. Cennetten büyüteç tutum karıncaların üstüne. Hurilerle sabahladım. Biri saçımla oynadı, diğerini göğsümle emzirdim. Görevimi aksattım ve bu iyi hissettirdi. Cehennemi ziyaret ettim. İnsanları çığlıkları eğlendirir beni diye düşündüm. Bir şey hissetmedim. Bir meleği cehennemde gördükleri için şaşkın bakışlara maruz kaldım. Zebaniler önümde eğildi. Bir şeyler hissetmedim.


Bir meleğim, Tanrı’nın kölesiyim, insanları kıskanan bir günahkârım. Cenneti terk edip Lücifer’in yolunda, kızgınlıkla düştüm yeryüzüne. Kirli ve pis havası hoşuma gitti. Güneşi beğenmedim. Geceyi özledim gün boyu. Bir iş buldum. Bir sevgilim oldu. Uzun geceler seviştik. Ehliyet aldım. Kitaplar canımı sıktı. Filmlere bayıldım.


Zaman denen kavramla tanıştım. Yaşlandım. Büyüleyici beyaz tenim çöktü, çizikler belirdi. Göz altımda torbalar halka halka belirdi. Bir sigara yaktım. Dumanı tavanda asılı kaldı. Biram yok, bir hayal kırıklığı. Canım yemek istiyor ama kendimi zor attığım koltuktan kalkamıyorum.


Birisi kapıya vuruyor.


Açık, diyorum.


Ölümü içeriye davet ediyorum.


Siyah takım elbiseli ölüm holde tepeme dikiliyor.


Selam diyor.


Selam diyorum.


Çay ister misin diyorum. Eğer istersen senin için yaparım diyorum tembel çıkan cümlelerle.

İsterim diyor.


Su ısıtıyorum, duman yüzümü nemlendiriyor ve suratımda yaşlar olduğunu fark ediyorum.

Tuhafıma gidiyor. Bunlar gözyaşları. Dünyaya geldiğimden beri ilk kez tecrübe edindiğim bir şey.


Çayı uzatıyorum. Benim için geleceğini biliyordum diyorum. Çok beklettin beni.


Kusura bakma. İşim bu aralar çok fazla anca sana vakit ayıra bildim.


Herkesin ikincisiyim. Ölümün bile. Yaptığım espriye kendim gülüyorum. Babamız kızgın mı bana.


Evet diyor.


Haklı diyorum. Ergen bir çocuk gibi davrandım; evimi terk ettim. Nankörüm.


Baban kızgın sana. Tüm bu söylediklerin için değil ama. Güneşe söverken ezdiğin karınca yuvası yıktı babamızı. En sevdiklerinden olan sen, nazik meleği, bir canavar gibi karıncaları üstüne basıp geçtin öylesine.


Demek öyle, babamızı incittim.


Evet, incittin.


Kendisi de bu konuda yabancı sayılmaz değil mi? Onca insanı vebadan kırıp savaşa sürükleyen bir Tanrı’nın, benim karıncalara gösterdiğim vahşete ses etmesi tuhaf ama haklı, ben Tanrı değilim.


Zaman daralıyor.


Gözyaşlarım gittikçe daha şiddetli akıyor. Bu anın geleceğinin farkındaydım ama böyle hissedeceğimi bilmiyordum. Soruyorum ölüme normal mi bu diye.


Normal diyor, kimse ölümden hoşlanmaz, bir melek bile.


Ağlıyorum. Ölmek istemiyorum. Ağır işimi seviyorum. Elektrikli koyunlarımı seviyorum. Yaşamak istiyorum.


Zaman doldu diyor.


Hayır diye haykırıyorum ve kalbim ağrıyor…