İzleyenleri sirkin en tehlikeli gösterisine hazırlayan trampetler gibi, güçlü ve hızlı vuruyor kalbin. Kolay olmadığına hemfikiriz. Ne de olsa spotlar gibi üzerinde parlayan gözleri sana pürdikkat bakarken zaafların ve eksiklerinle çıkacaksın sahneye.


Gülümsemesi o an için yaptığın tüm hazırlıkları kartlardan yapılmış bir eve inen sille gibi alaşağı ediyor. Adını bile sorsa sınava hazırlanırken hatmettiğin beş yüz küsur sayfalık kitabın en üstünkörü okuduğun paragrafından bir soru gelmişçesine afallıyorsun. Öte yandan daha en sevdiği şarkıyı bile bilmezken soyadının onun adıyla nasıl duracağı gibi liseden kalma düşüncelerin aklında düzenlediği geçit resmini izliyorsun. Bayrağın yok, balonunun ipini de şaşkınlıktan az önce bırakmıştın.


Dilinden inmeye çalışırken takılıp düşen kelimelerini telaşla kaldırıp üstlerini silkeliyorsun, bir de şu gülüşü olmasa... Temmuz güneşine çıplak gözle bakıyormuş gibi hissediyorsun, bir işporta gözlüğü olsun bulunmaz mı? Yok işte. Daha doğrusu sana yok.


Kokusunu alabilecek kadar yakınındaysan tanıdığın hiçbir iklime ait olmayan bu havanın içine çekiliyorsun. Utanmasan o şarkıdaki gibi ''Bu benim hayatımın ilk günü. Yemin ederim, bu kapının önünde doğdum ben.'' diyeceksin. Bu an geldiğinde söyleyeceğine inandığın replikler hayal ettiğin kadar parlak olmadıkları gibi, Türk filmlerinde şarjörü değiştirilmeden onlarca kez patlayan tabancaların mermileri gibi bol keseden de gelmiyorlar. Ama seni daha iyi anlatıyorlar belki de. Aklıma gelmişken, bakışlarını yerden kaldır. Bugün bütün suflörler izinli.


Nasıl olduğunu anlamadan bu küçük endişe maratonunu geride bırakıyorsun sonra. Neredeyse diskalifiye olmana neden olacak gülümsemesi bu kez bir ''görüşürüz''lük ara veriyor. Yoluna gitmeden önce, ikinizin tam ortasında bir yere ''To be continued...'' yazıyorsun gözlerinle, üç noktasının mümkün olduğunca kısa bir zamanın iyi niyet elçisi olmasını dileyerek...


Hatırladığım kadarıyla böyle başlıyordu işte.