Ne zaman karmaşa olmadı ki? Doğruya doğru gerçi, bazı zamanlar olmadığı oldu, ama azınlıkta. Her iyi hissedişim, daha kalıcı ve gerçek hissettiriyor. O kalıcılık ve gerçek duygusu, ne zaman kalıcı ve gerçek olarak, kalıcı ve gerçek olacak? Yalnızlıktan mı böyle oldum, coğrafyadan mı, kaderden mi, kendimden mi? Sorular, sorularım hiç bitmiyor. Herkes mi böyle? Merak ediyorum. İnsanların, en azından bazılarının zihnini okuyabilmeyi isterdim sanırım; ne düşündüklerini değil, yalnız olup olmadığımı merak ediyorum, kendi düşündüklerimde. Ne zamandan beri yalnızlık beni böyle yakıyor, canımı acıtıyor bilmiyorum. Doğru tarifin bu olup olmadığından da emin değilim aslında, en iyisi derinden etkiliyor demek olacak sanırım.


Her ay ağır basan yanım farklılaşıyor, yeni bir seviye gün yüzüne çıkıyor. İyi anlamda söyleyemiyorum. Bu aralar sürekli yorgunum, hem fiziksel olarak hem de zihnen, ama hiç olmadığım kadar yorgun, ki ben dünya üzerindeki 25 yıllık ömrümde çok yorgun hissettiğim pek çok anı biliyorum. İnsan bilemiyor işte, bir sonraki adım olmaz sanıyorsun ama oluveriyor. İnsan yoruluyor, beklemediği kadar, beklemediği anlarda. Zihnimde hep bir sis var gibi. İnsanlarla konuşurken de, kendimleyken de öyle, gözlerim tamamen açılmıyormuş gibi, hep bir baygınlık, ağzımdan çıkan her kelime yorgunluğumu pekiştiriyor. Yine, yeniden düşünmeden edemiyorum, depresyon böyle bir şey mi? Bunları yazarken bile boynum bir yana bükülüyor, dik tutamıyorum. Zaten sürekli omuzlarım çökük gezer oldum, dik duramıyorum, sanki pilim bitti. Herkes enerji dolu mu olmalı daima? Çünkü belki de benim normalim böyledir.


Nedenini bulmaya çalışıyorum bendeki bu yoksunluğun, uykusuzluk mu acaba 24 saatlik mesailerden kaynaklanan? O uykuları da yerine koymak mümkün olmuyor ki. Sabah 8'de çıkıp eve gelince uyusam bir türlü, uyumasam öbür türlü. İki uçlu bir değnek, ortası yok, ömrümden ömür gidiyor.


Biliyorum, her an değerli aslında, anlamlı olmasa bile değerli, çünkü ne zaman bu ana sahip olmayacağımızı bilmiyoruz; ama zaten isyan içinde değilim ben, nefret ettiğim de yok, sadece mutlu değilim, ve yorgunum. Nasıl dinleneceğimi de bilmiyorum. Uykuya dalamaz oldum, o uyuma anından hemen önce, uykuya daldığım son saniyeye kadar çile çekiyorum, beynimin en derin kıvrımlarında uyanıklığın acısını hissediyorum ve uyumanın nasıl bir şey olduğunu hayal etmeye çalışıyorum, ve bütün bunlar birer birer saplanan iğne uçları gibi batıyor. Sonra aniden sabah oluyor, bütün gece beni öldürmeye çalışan kimselerle, kaçıp kovalamacalarla, ağızda atan yüreklerle dolu rüyaların ardından; ve ben hiç uyumamış gibi, gözümü hiç kırpmamışımcasına, yine ve yeniden aynı beden ve zihinde sürekli uyanık olmanın acısına geri dönüyorum. Zihnimi ve kendimi kapatmak, ve hiçbir şey hissetmemek istiyorum, ama o kapalı oluş anı mümkün olsa dahi, zihnim ve algılarım kapalı olacağı için, hiçbir şey hissetmemenin hafifliğini hissedemeyeceğim. Hiçbir şey hissetmemenin hafifliği. Duygular, ve düşünceler, ne zaman bu kadar ağırlaştı? İnsanın uyurken, dinlenme duygusunu aktif olarak hissedememesi, ve dahası uyanıkken sürekli bir şeyler hissetmesi çok fazla değil mi? Garipliğinin, ve sıradışılığının ötesinde, fazla.


Karmaşa, kayboluşa dönüşüyor, ve kelimeler anlamlarını yitiriyor. Zira neyin bir anlamı var ki kelimelerin de olsun?