Bu satırlar ruhuma mektubumdur. Bir ara papatya çayı ısmarlamak istediğim kasvet dolu ruhuma... Dört duvar arasında bembeyaz tavanın altındaki en yakın arkadaşım olan, sırdaşım olan eşsiz ruhuma…

Her ruh bir parça eşsizdir. Lakin paramparça bir ruhunuz varsa eşsizden de eşsiz olursunuz. Eşsiz ötesi?

Paramparça bir ruhunuz varsa onu tanımanız çok zordur. Aynaya her baktığınızda ruhunuzun farklı bir parçasını görmenin ne demek olduğunu tahmin edebileceğinizi sanmam. Size tarif etmeye çalışayım:

Bir labirentin içinde çıkış yolunu ararken ruhunuzun farklı parçalarına her rastlayışınızda sil baştan başlangıç noktasına dönersiniz. Bu da demek oluyor ki bitiş noktası çok uzaklarda. Sizlere bu labirentin çıkışının kainatın bir ucunda olan GN-z11 galaksisinden bile daha uzakta olduğunu söylesem şaşırır mısınız? Elbette şaşırırsınız. İnsanoğlu, hissetmediği hiçbir duyguyu anlayamadığı gibi duyduğu her yeni bilgiye de şaşıran ahmaklar topluluğudur. 

Birey olma savaşında varoluş amacını arayan bu ahmaklar, topluluğu çıkarları uğruna her şeyi yapan Makyavelist bir yaklaşımla karşısına çıkmış olma talihsizliğine düşen her varlığı-veyahut yokluğu- ezer geçer. Ancak ruhuma olan mektubumda bu konuya daha fazla yer vermeyeceğim.

Sevgili ruhum, senin talihsizliğin düşünmek ve fark etmekti. Dünya fark edenleri sevmez. Dünya hüzünlüleri sevmez ve sırf sen hüzünlüsün diye sana bir şans vermez. 

İçinde kaç kişilik olduğunu, zihninde hangi lunaparkın dönme dolabında ne kadar yüksekte olduğunu, ne kadar korktuğunu, kusmak üzere olduğunu, çevrenle bağını yitirişini, kendini yabancılayışını önemsemez. Bilmek dahi istemez. 

Ne önemi var ki kendi içinde boğulup yine kendi içine döküldüğün sonsuz bir döngüde oluşunun? Sona geldiğini sanırken başladığın yere dönüyor oluşunun?

Yaşadığını sanıp neler yaşadığını bilmeyen yaşlı gözler hastaneden çıkacağın o eşsiz günü gözler. Oysa senin gözlerine yaş dolduğunda kimse bilmez, ben de bilmem. Sular yangına nasıl sebebiyet verir? Ve asla anlamazlar öleceğini hissettiğini söylemedikçe öleceğini… Onlar lapa lapa yağan karda keyifli anılarına bir yenisini eklerken senin ayak basmanla o karların kirlenmesini… Ve elbette insanoğlu yine anlamaz. Bir güneşin üstünde alev alev yanarken bir yandan donarak titremeni…

Evet sevgili ruhum, tüm yaşamın boyunca herkes gibi olmamak için çabalarken sonunda kendini bir hastane köşesinde herkes gibi olmayı dilerken buldun. Engel olamadığım, önünü alamadığım o canhıraş yardım çığlıklar keşke boğazıma düğümlense ama sıkıca düğümlense… Kördüğüm olsa, hiç çıkamasa ağzından… Neyse işte…

Senin talihsizliğin düşünebilmek, anlamak ve fark edebilmekti. Bunlara sahip olduğunda doğru nedir bilirsin. Ahlak nedir, yasa nedir, his nedir, koşul nedir, için nedir ve rağmen nedir bilirsin. İçinlerle yaşayanlar buna çok sinirlenir. Onlar için bir çıkar olmaksızın bir iyilik yapmak tanımlı bir eylem değildir.

Papatya çayı nasıldı? Yine zehir ettim değil mi? Ne zaman etmedim ki? Ne zaman panzehir oldu bu siyanürlü papatya çayı sana? Neden zehirliyorum ruhumu bir dolu tantanayla? Neden? Neden kara kışta alıyorum yorganını? Neden koyuyorum kapıya sığınacağın benden başka liman yokken? Üstelik ben Antartika’dan bile soğukken… Neden seni sarıp sarmalayıp ısıtamıyorum? Neden bir kase çorba koyamıyorum önüne? Neden omuz olamıyorum? Neden gözyaşını silemiyorum ruhum? Neden seninle bir anneyi zehirleyen rahmindeki ölü bebekten farksızız? Neden kürtaj imkansız veyahut sezaryen? Neden sonu gelmiyor bu çığlıkların, nefes daralışlarının, ağız kuruluğunun? 

Belki de onlar haksız. Ben senden daha tehlikeliyim. Sen değil, papatya çayı değil, siyanür değil, asıl zehir benim. Ebediyete kadar da kalacak olan her şeye bulaşan tehlikeli bir virüsüm, çoğalıp duran ve kendini koruyan…

Ah, Lemariz! İsmini koyanların gördüğü o ışık nerede şimdi? Neden söndü ışıklar? Neden bu karanlık? Neden karanlık bir odada, orada olmayan siyah bir kediyi aramanın çaresizliğindesin? Neden? Neden bir sandala atlayıp kuşları dinleyemiyorsun ruhum? Neden güneşi göremiyor, umudu duyamıyorsun? Neden her şey yokuş yukarı? Neden bir tüy gibi uçamıyorsun? Neden bir yaz günü saçını yukarıdan topladığında terlemiş ensendeki rüzgarın ürpertisini hissedemiyorsun? Neden bir tuvaldeki yağlı boya darbesi olamıyorsun?

Neden durduğun yerde duramıyorsun sen? Neden değişiyorsun? Neden ilaçlarımı içtim diyorsun ama içmiyorsun? Neden diğerlerini öldürüp yenilerini yaratıyorsun? Neden bölünüp duruyor ve neden hiçbir şeyi hatırlamıyorsun?

Nerden delirdin ruhum? Yoksa suçu bana mı atıyorsun? Öyle olsun. 

Salla tüm bunları ruhum. Her şeyi salla. Kendin için yaşa. Neyi takıyorsun kafana? Senin ruhsal rahatsızlığını duyan herkesin söylediği gibi… Tüm antidepresanlardan etkili… 

Bunlar da benim sana tavsiyelerim: Düşünme. Fark etme. Okuma. Anlama. Hissetme. Yaşama!