Tatlı hatıraların lanetlendiği korkunç bir kabus. Bir satan ayini yahut gerçekten satanın dünyaya indiği uğursuz bir gece. Gözyaşlarım, hayalî arkadaşlarım ve bütün benliklerimle yok olmayı dilediğim, eşsiz güzellikteki uzayda kaybolmayı ve beni her gün eriten koca güneşten çok uzakta olmak istediğim, kısa ama sonsuz bir an. Ruhumun bedenimden çekilmesi için ölümün elçisine kollarımı açtığımı ve günahlarımın kefareti için, o an diri diri yanmak için ellerimi semaya açtığımı hatırlıyorum. Doğumumla başlayan bu alçak bunalımdan artık kurtulamıyordum. Dayanacak gücümün de kaldığını sanmıyorum. Nefret doluyum ama tam olarak neye olduğunu bilmiyorum. Doğuştan kusurlu veya mükemmel ruhum, kesin olarak kusurlu bedenim, sayılamayacak kadar çok olan kişiliğimle dünyanın neresinde durmam gerektiğini bilmiyordum. Ama o an için evde durmamam gerektiği belliydi. Ben de kendimi dışarı attım ve ilk rastladığım çiçeği koparıp ağzıma attım. Bakkaldan bir şeyler çaldım ve yolda gördüğüm rastgele birine yumruk attım. Acaba ben dünyanın burasında mı olmalıydım? Herkesten farklı bir ruh, kusurlu bir beden ve kusurlu bir zihin. Etiğin ve geleneklerin karşısındaki sapık bir suçlu. Neden bizden öncekilerin evrildiği gibi evrilmek zorundayız? Başkasının arabasını ödünç almayı, parama para katarak poker oynamayı ve karşımdakinin parası bitince elinden karısını almayı kim suç kıldı ve ben neden buna tabiyim? Neden geceleri başkasının parasını almaktansa gidip çalışayım? Belki de korkmamalıyım, polisten ve etikten ve bize zevki haram kılan tanrıdan. Sonuçta beni kusurlu yaratan ve tek bir bedene sığamayacak kadar kişi koyan oydu. Biri bana hesap sormaya kalktığında ben tanrının oğluyum demeli ve tanrıdan aldığım güçle suratının tam orasına bir yumruk indirmeliyim. Bence tanrı beni kötü bir peygamber yapmalı ve gökten benim için viski yağdırmalı. Belki de ben, benim gibi olan herkesin tanrısı olmalıyım. Bu aklıma yatmıştı ve kendimi, kendimin ve kendilerimin tanrısı ilan etmiştim. Ve ilk iş olarak da zinayı helal kıldım. Böylece içimdeki kötü tanrıyı da serbest bıraktım. Evet şimdi zina yapmalıydım. Yoldan geçen ilk insana saldırdım. Kız mı? Erkek mi? Önemli mi ki... Tanrı zinayı helal kılmıştı ve ben de tanrının dediğini yapmalıydım. Saldırdığım kişiyi esir aldım ve ‘’medeniyetten’’ çok uzağa yolladım, dünyadaki varisimle birlikte. Onu bir ağaca bağladım ve sadece zevk almaya baktım. İbadetimi bitirdim ve tanrıdan gelen yeni emir ile onu tanrıya armağan ettim. Ve bir an sanki diğer dünyevi her şeyi reddettim. Para, pul, mal, mülk ve bilmem ne bela. Ne kadar da anlamsızdı aslında. Hayatımıza yön vermek zorunda olmak ve ağzımız kokmasın diye zaten hak ettiğimiz bir şeyi tekrar satın almak. İbadetimi yaptım ve oradan uzaklaştım. Tekrar ‘’medeniyetin’’ göbeğine vardım. İnsanlar neden ellerimin ve ağzımın kırmızı bir sıvı ile kaplı olduğunu merak ediyorlardı. Bunu o güzel ve korku dolu gözlerinden anladım. Neden korkuyorlardı sanki şu an dişlerimde olan kan onların kalplerinin içinde yok muydu? Elbette vardı ve tadına bakmam için beni bekliyorlardı. O sırada yeni vahiy aldım ve o da ne? Tanrı dünyayı benim için bir mezbaha kılmıştı ve içine onun için kesmem gereken kurbanlar koymuştu. Ben de elime satırımı aldım ve kurbanların üstüne atladım. Polis müdahalesi ile bayılmışım. Uyandığımda karakoldaydım ve ardından yüce tanrının yazdığı kader üzerinde hiçbir etkisi olmayan bir mahkemeye çıkarıldım. Onlar için ölüme kendim içinse kurtuluşa çarptırıldım. Yok olacağımı sanıyorlar ama asla olmayacağım. Sadece ufak bir geçiş. Unutmayın! En doğru olan siz değilsiniz. Sizin koyduğunuz yasa da etik de kahrolsun. Dünyada tek bir doğru yoktur ve insanlar sizden olmasa da suçsuzdur.