Ateş bir gün suyu görmüş, yüce dağların ardında sevdalanmış onun deli dalgalarına, hırçın hırçın kayalara vuruşuna, yüreğindeki duruluğa… Demiş ki suya: “Gel, sevdalım ol, hayatıma anlam veren mucizem ol.” Su dayanamamış ateşin gözlerindeki sıcaklığa, al demiş, yüreğim sana armağan. Sarılmış ateşle su birbirine sıkıca, kopmamacasına ... Zamanla su buhar olmaya, ateş kül olmaya başlamış. Ya kendisi yok olacakmış ya aşkı... Baştan alınlarına yazılmış olan kaderi de alıp gitmiş uzak diyarlara su. Ateş kızmış, ateş yakmış ormanları. Aramış suyu günler boyu, geceler boyu, diyarlar boyu ... Günün birinde gelmiş, suya varmış yolu, bakmış o duru gözlerine suyun; biraz kırgın, biraz hırçın.


Ve o an anlamış aşkın bazen gitmek olduğunu. Ama gitmenin yitirmek olmadığını...

Ateş durmuş, susmuş. İşte o zamandan beridir ki ateş sudan, su ateşten kaçar olmuş.


Ateşin yüreğini sadece su, suyun yüreğini sadece ateş alır olmuş.