Çok istediği oyuncağı alan çocuklar gibi sevinçli ve heyecanlıydım. Yerimde duramıyor, küçücük odanın içinde yürüyüp duruyordum. Duvardaki saatin sesiyle kalbimin atışı bir olmuştu. Tik tak...

Ve işte zamanı gelmişti. Ceketimi alıp koşar adımlarla kapıya gittim. Vücudumu bıçak gibi kesen soğuğu, mutlulukla karşıladım. Karları eze eze yürümeye başladım. Arada kendime hâkim olamıyor, koşmaya başlıyordum. Ardından vaktinden önce orada olma korkusuyla yavaşlıyordum. Bana saatler sürmüş gibi gelen sekiz dakikanın ardından küçük bir binanın önüne vardım. Tahta duvarları, küçük pencereleri olan bir tavernaydı burası. Beklemeye başladım. Her an kapının önünde belirebilirdi. Bir kolumdaki saate bir tavernanın kapısına bakıyordum. Tam dört yıl geçmişti. Dört yıl...

Dile kolay ama beklerken ölüp ölüp diriliyordu insan. Nihayet kapı açıldı. Uzun boyu ile hemen dikkat çekiyordu. Koştum ve kollarına atladım. Sarıldık ve o hâlde kaldık bir süre. Ellerim yüzünde, saçlarında dolaştı bir süre. Kokusunu alabildiğine çektim ciğerlerime. Etraftaki herkes ve her şey bulanıklaştı. O kadar özlemiştim ki onu, ikimiz bir bütün olana dek sarılabilirdim. Sarılmalarımızın ardından benim solgun dudaklarım onun kırmızı dudaklarıyla buluştu. Artık beraberdik ve birlikte hayalini kurduğumuz her şeyi gerçekleştirebilirdik. Birlikte eve çıkacaktık, evlenecektik, Harmin adında siyah bir kedimiz olacaktı. Hepsini yapacaktık ama yavaş yavaş, hele şu dudaklarımız bir ayrılsın...

Bu tutkulu anımızı bağırış sesleri böldü. Aniden irkilerek çektim dudaklarımı. Ona biraz daha yanaştım ve bu güzel anı bölen haini aradı gözlerim. Sesler gittikçe yükseldi. Bağırışlar camlara çarpan cam bardaklara dönüştü. Birkaç iri yarı, sakallı adam tavernaya koştu, birkaç kişi de koşarak uzaklaştı. Biz olayın şokuyla hâlâ olduğumuz yerde duruyorduk ki etrafımız birbirlerinin yüzlerini parçalamak istercesine yumruklar atanlarla doldu. Bir anda kavga edenlerin hepsi tavernadan çıkmıştı. Oradan uzaklaşmaya çalışsak da boşunaydı. Sürekli hareket eden insan yığınlarından önümü göremez hâldeydim. Kollarımı beline daha sıkıca bağladım ve yavaş yavaş kalabalıktan kurtulmaya çalıştık ancak o kadar fazla itişme vardı ki adım atabilmemiz çok uzun sürüyordu. Biri üstüme düşecek gibi olunca hemen kolunu bana siper etti ve adamı hafifçe ittirdi. Çok gerilmiştim ve korkudan titremeye başlamıştım. Kim bilebilirdi ki az önce tükenmeyecek gibi gözüken mutluluğumun aniden korkuya dönüşeceğini. Bitmek bilmez bir kalabalıktaymışız gibi hissetmeye başlamıştım. Henüz üç adım attığımızı biliyor ama herhalde korkunun etkisiyle dakikalar geçmiş gibi geliyordu. Nihayet kalabalığın sonuna geldiğimizde irice bir adam önümüzde durup bağırmaya başladı. Kulaklarım uğuldadığı için ne dediğini duyamıyordum. Uğultuların arasından adamın "Kimsin sen?" dediğini fark ettim. Ne olduğunu anlamaya çalışırken bileğimi sıkan bir el hissettim. Adam beni kendine doğru çekiyordu. Karşı koymaya çalıştım ancak gücüm yetmedi. Korku dolu gözlerle yanıma baktım ve belini daha sıkı tutmaya çalıştım. Daha önce gözlerinde görmediğim bir öfkeyle adama baktığını gördüm. Yalpalayıp adama biraz daha yaklaştığımda gözlerimi adama çevirdim. Alay eder gibi bakan gözlerinin derinliklerinde onun da öfkelendiğini fark ettim. Yavaş yavaş sırıtmaya başlamıştı ki burnuna sert bir yumruk geldi. Yerimde sıçradım. Adam geriye doğru gitti ve beni de kendine çekti. Hâlâ kurtulmaya çalışıyordum ama kelepçe gibi ellerinden kurtulmam mümkün değil gibi gözüküyordu. Adamın bir eli bileğimi kıracakmış gibi sıkarken diğer eli montunun cebine gitti. Yüzüne doğru bir yumruk daha gelirken elini cebinden çıkarıp hızla karnıma doğru götürdü. Birkaç saniye ne olduğunu anlayamadım. Neden bana bakan dehşet dolu gözler görüyordum? Adam bileğimi bıraktığı sırada karnıma yayılan keskin acıyı hissettim. Korka korka karnıma baktığımda bıçağın açtığı yarayı ve durmadan akan kanları gördüm. Tekrar adama bakmak istedim ama çoktan sokağın sonuna ulaşmış koşuyordu. Kavganın bir anda dağıldığını ve herkesin farklı sokaklara kaçtığını gördüm. Dizlerimin üstüne çöktüm ve ona baktım. Ne yapacağını bilemeden bana bakıyordu. Şoka girmiş gibiydi. Seslenmek ve iyi olduğumu söylemek istedim fakat sesim çıkmadı. Tavernadan bir garson koşarak gelmiş ve anında telefonunu çıkarmıştı. Elimi sevgilime uzattım. Elimi tuttuğu anda gözlerinden yaşlar dökülmeye başladı. Bir şeyler söylüyordu ancak duymuyordum. Kulaklarım hâlâ uğulduyordu, o yüzden dudaklarını okumaya çalıştım. Tekrar tekrar üzgün olduğunu ve beni sevdiğini söylüyordu. Kendimi zorlayarak gülümsedim. Gözlerimi kapatacağım anda beni sarsıyor ve ona bakmamı sağlıyordu. Ama ben yorgundum ve uyumak istiyordum. Belirsiz bir süre sonunda kafasını başka yöne çevirdi. Gülümsedim ve "Seni seviyorum." diye fısıldadım. Ardından gözlerimin kararmasına izin verdim. Son gördüğüm şey ambulansın ışıklarıydı.