Delirmiş olmalı zihnindeki anılar.
Belki kendine getirirdi onu çatlak duvarlardan sızan serin sular.
Yürümüyor koşuyor adeta su görmüş bir bedevi gibi.
Gördüklerini dili anlatamaz öyle feci...
Ne zaman susturabilecek zihnindeki kelimeleri?
Yolun yarısındayken kesilecek mi nasibi?
Göğsünden fışkıracak mı kimsenin anlamadığı cümleleri,
Yoksa usulca mı terk edecekler zihnindeki büyük şehri.
Su bile olmayan memlekette denizi hayal eder.
Ne zaman kavuşacak suya bu sarsılmış bedevi?
Hangi garibin ezilen yüreğinin şarabını içecek kana kana,
Ne zaman kavuşacak şaraba bu sarsılmış bedevi?
Sırtlamış bu sıcak memlekette babasının tabutunu,
Silmiş annesinin gözünden akan tuzlu suyu.
Eve gelince sığacak mı bu duvarlara?
Kimle kadeh tokuşturacak bundan sonra?
Kirli bir balkonda tek başına mı içecek keyif sigarasını?
Sahi keyif artık çalabilecek mi kapısını?
Sığmaz bu saatten sonra evine.
Ya dönüşüp yok olacak Samsa gibi
Ya da koşarken takılıp düştüğü çukurda yok edecek kendini bir Garip Orhan gibi.
Açacak kitabın orta sayfasını,
Anlamsızca okuyup gülecek birkaç satır yazıyı
Soğuk bir dilim karpuzu koyacak masaya.
Yanına da babasından kalan son peyniri...
Bardağına dolduracak acı hatıralarını.
Nefes alabilecek mi bundan sonra rahatça
Yoksa bir makinaya mı bağlayacak kendini Nazım gibi?
Ya nefes almayı unutursa ne olacak?
Kendini birkaç akbabaya teslim edecek
Hatta sevinecek nefes almayı unutunca.
Sırtladığı babası, ona bir denizi armağan edecek.