Aklım eğlenceden uzak bir köy merasiminin bayat müziğine eşlik ederken elinde saatler tuttuğu son kadehi yudumladı. Ağır ağır doğruluğu sandalyeden kalkarken sendelemesini görür görmez yanına fırladım. Bu kez çok da acele etmeden yavaşça adımladım onunla yolu. Arabaya yaklaştığımız vakit yeni kendine gelir olmuştu. Buna rağmen ağır cüssesini arka koltuğa uzatırken bileğimi incittim. Oysa tüm bunların farkına varsa utançtan kızaran elmacık kemikleri sağlam bir özürle dahi normale dönmezdi. Eski bir model olduğunu yeni yeni farkettiğim arabanın kapısını hafiften kındırık bıraktım. Muhtemelen köyün delikanlılarından zor bela ödünç alabilmişti. Tüm bunları bilmek ayrı yük olsa da geriye dönmedim.
Sabaha karşı tanın doğuşunu izlemek için tuttuğum eve pekte yakın olmayan tenha kayıkhanede indim araçtan. Başlarda tedirgin olsamda yolun hemen altındaki telefon kulübeleri beni rahatlatmaya yetti. Aşağı doğru inen dik merdiven basamaklarını takip etmek o ilk denize inişimi anımsattı.
Her bir ruhu huzurla doldurduğu iddia edilen buram buram huzuru çağrıştırdığı dillere ezber niteliğinde yansıtılan ege kıyıları bana bir zerre rüzgar ile eşlik ediyor,nefesimi tuttuğumu sonradan fark ettiğim bu zaman gösterisinin aslında beynimde bir şeyleri tekrardan canlandırdığı düşüncesi bir zerrecik meltemin dizlerimle siyah ile beyaz belki de yaşam ile ölüm arasındaki o ince çizgiyle buluşmasına olanak sağlıyordu. Memnuniyet durumumu asla etkilenmeyen bu satırlar yankılarımın arasında baş aşağı vaziyette uykuya dalarken geçmişin yansımaları ruhumu da ele veriyor.
Tüm bunlara karşı şimdi bile vicdanımı susturamıyordum. Aslında bakarsam çoğu zaman vicdan dediğim şeyin çocukluktan kalan dengesiz masumiyet olduğu çok açıktı. Şimdiyse durum çok farklı hatta daha vahim hal almıştı...
Aşığı olduğum her şeyin zaman içinde silinişine tanıklık etmek bana kendimden bir parça kopardığımı gösteriyordu. Tahammül seviyesi denilen noktada çizilen en temiz çizgiler şimdi tüm o saf duruşu ortadan kaldırıyordu. Yok oluşun başlangıcı, bir başkanlık karargahında alınmış en acil toplantılardan fırlamış sonuçlar kadar önem arz ediyordu. Benzetilen onca örneğin yaşanılan onca geçmişin saydam
yüzüne kafa tutacak kadar ustalaşmış bir oyunculuk sergiletti bana. Kendim, kendim olmaktan çıkıp koskoca bir kara delik yarattı bende. İçine atılan herşey uzay boşluğunda bulunuyor ama kayboluyordu. Nasıl olabilirdi böyle bir şey?. Nasıl sağlandı bu eşsiz düzen ve yargılama. Çağrı
alınamaz bir haber merkezi olarak devam edecekti demek ki hayatına. Bir dağın zirvesinde ama şehir
merkezine olan uzaklığı sebebiyle asla kullanılmayan işe yaramayan egoyla bezenmiş görkemli bir haber merkezi...
Seni özlediğimi defalarca bez belli edermişcesine yazdığım bu satırlar benliğimle kurduğum bu
muhafazakar bağın yırtılmasına olanak sağladı. Tüm ruhumu ele geçiren o tuzlu meltemin bir kez daha kanıma karıştığını benimsemem uzun sürmedi. Varlığım sorgulanacak kadar aciz olmamıştı hiç
daha önce...
... (2)
Düşünmeye tutsak yüreğimin önüme koyduğu bu sisli günde şeftali ağacına tırmanırmışçasına hissettirdiklerini hassasiyetle aklıma kazıyorum. Yerin yedi kat altına iniyorum. Bu kez kendi isteğimle
adımlıyorum. Dibe inmenin sebebiyet verdiği o sessizlik zihnimin vücudumu saran yakıcı sıcağı
anlamlandırmasına yardımcı oluyor. Bi zamanlar hissettiğim sıcaklık yalnızca
bileklerimden gerdanlığıma kadar uzanıp keşfedilmemiş bir kıtayı bulmuşcasına heves ve merak içinde sarıp sarmalarkenki duyduğun şevkat idi.
Zaman ateş böceklerini gören bir yavru misali masum olsa dahi bir anlam ifade etmezdi biz zamanın
sonuna gelmiş olmasaydık.
Aklımdan binlerce söylem akıp gidiyor. Ya hiçbirini yazacak cesaretim yok
yada sen ben olmama sebep veren herşeyi beraberinde götürdün, omuzlarıma attığın bu deli kimsesizliğin sebebi de sendin, tepeleme karların oluşturduğu o kar yığını çığ gibi koptu sonrasındaki
ufak tiz şunları beraberinde getirdi:
Onunla olmadığınız her dakika derisine öyle işlenmiştir ki nefesininiz kokusuyla harmanlandığı kan akışınıza dahil olan hiçbir an bu özlemi dindirmeye denk değildir.
Narsist benliğinizin doğuşunun en etkili fikir aydınlığı tarihe kazınıverir. Ruhun doyumsuzluğu kendini Ege kıyılarında açığa çıkarır. Tıpkı bundan önceki herşey gibi...
;Ardı ardına sıralanan ebedi şaheser bedenimi apaçık ortaya koydu. Kirpiklerin kadar vurucu ılık ışık üstümde seni gölgeledi.
“Aydınlık bizi asla savunamazdı. Gece asla bizsiz yapamazdı.”
Sayfalarım tükendikçe kendimi kazanıyorum.
Yalnız sana değil herkese yazıyorum.Neredeyse çeyrek asırdır, yüzyıllardır varlığını koruyan bu İnsanoğlunun her daim dile getirdiği,
bedenimle ruhumun bir bütün olduğu gerçeği dahi şimdilerde beynimde yankılanıyor. Ruhum dahi bedenime ait değilken nasıl olurda bu evrene bir gezegene bir canlıya veyahut bir ruha ait olabilirdim. Her anımı Çelişkiye düşüren gerçekliğim yine ortaya çıkıverdi, olamazdı olamazdım, ben aidiyetimi kabullenemezdim.
... (Kum saati)
Kırılan camdan geriye kalan herşey kendini asfaltın olaylı yüzüne bıraktı, içerisinden dağılan kum taneleri ipek yorganı korunmaya değer bütün anılarımın üzerine sermem kadar naif bir ruhla yere bıraktı. Çarpışma hızının dengeleriyle oynayan tüm bu durum ileride yaşanmaya değer tek gerçek kalmadığını gözler önüne serdi.
...
Savaşın kucağında ölümü teğet geçerek hızlanıp giden herşey göz bebeklerinde yansıyıp tekrar beynimde canlanıyor. Ancak farkettiğim kelimeleri ne de çabuk unuttuğunu anlamıyorum. Gerçeklik,
bir sevda boyu uzak. Hissetmek, anlamlandırmak, geleceğe bir kırıntı gibi bırakmak istemediğim tüm
bu anlar kaçıp koşarak, yırtınarak gidiyor ve şimdi yalnızca kendi gözlerimin önüne o perde iniyor.
Baharın ilk kokulu ışınlarının tenimde gezelediği saçlarımın umarsızca, rüzgarda ötelendiği girinti çıkıntılardan yoksun teninin bedenimde kaybolduğu omuzlarının tüm yükünü almak istermişcesine uykulu başıma ev sahibesi olduğu o an perdenin açılışından kısa bir seyirlik gösteri oluşundan seyircinin alkışlarla şahayan bakışlarından kapanışa giden yola kadar eşlik ediyor.
Zaman bir kez daha alçak bir tefeci gibi ona borçlandığımı iddia ediyor. O anlara sahip olmak için aldığım tüm borçları bu
denli ödeyeceğini bilseydim, yine de yaşamamayı yeğler miydim?. Tüm gerçekten kaçan benliğimi uzun fırtınaları dindirmeyi başarmış belki de atlatabilmiş bir gemici kahramanlığıyla gerçekliğe iten bu
cümle içimde ümidi dağların eteklerindeki kefenleri izleyen turistler benzeri karşıladı.
Eğer zaman geri sarsaydı, sonbahar kapıyı çalmasaydı. Uğrayacağın yenilgi bu kadar can alıcı olmazdı.
Bir hiç uğruna alınan bunca karar bir kayık atölyesinde tanın yüzüne vuruşuyla sonlanmazdı...
Her okuduğumda farklı hissettirecek denen bu kitaplar dahi sıradanlaştı.
Zeynep Bora