Sorun beni gerçekten sevmemesi değildi. Ya da beni görünce o sigara içmekten hafif sararmış tavşan dişleriyle, neredeyse diş etleri gözükecek kadar geniş gülümsemesine rağmen bu gülümsemenin sadece işlevsiz vücuduma ve sıkılgan ruh halime bir teselli olduğunu bilmem de değildi. Sorun beni teselli etmeye zahmet edecek kadar önemserken başlangıçta gerçek olan fakat zamanla monotonlaşarak samimiliğini yitirip sahteleşen duygularının yerini saf bir acıma ve üstünlük hissinin almasıydı. Asıl sorun ise benim ona layık olduğumu düşünebilecek kadar aptal olmamdı. Şayet o en başında bana gerçek duygularını göstermeyecek kadar akıllı olabilseydi ben onun şu anki hislerinin sadece bir alışkanlık ve zorunluluk hali olduğunu asla anlayamayacaktım. Onun, benim gibi bağımlı bir ruhtan hoşlanabileceğini düşünebilecek kadar kendi üzüntüme odaklanmış bir vaziyette hayatıma devam edecektim. Olur da onun duygularının köreldiğini zamanında anlayabilseydim bile, bir kere aşkı tadınca ondan vazgeçemeyip tüm ömrümü alkolik bir adamın egosunu tatmin etmekle geçirmeyeceğimi nereden bilebilirdim.
Pek de uzun olmayan gösterişsiz hayatımda babamdan aldığım tek işe yarar ders, maddi şeylere bağlı insanların çoğunlukla manevi değerlerle ilişki kurmakta zorlanacağı ve onlara bağlanmayı beceremeyeceğidir. Şayet bu ders gerçeklikten uzak olsa bile, onu tanıdığım şu uzun sayılabilecek sürede dışardan iri yarı ve varlıklı gözüken bu genç adam alkolik olmasaydı yine de önemli manevi değerlerden, özellikle sevgiden, aşktan ve saygıdan yoksun olacaktı.