İnsanların zaman ilerledikçe neden bu kadar “adalet ve barış” diye haykırdığını pek anlamlandırabilmiş değildim. Ta ki bu asrın insanlarını ve kaybettiğimiz değerleri bir değerlendirmeye tabi tutana kadar. Daha sonra “adalet” ve “barış” adlı bu iki kelimenin anlamını da derinlemesine düşününce fark edebildim.


İnsan, et ve kemiğin birleşiminin bir ruh ile yoğrulduğu canlıdır. Akıl ve kalp ise bu canlının en büyük ve en gelişmiş özellikleridir. Öyle ki yaratıcı tarafından verilen bu özellikler, bizlere inanılmaz işler yapabilmenin ve adeta göğün kapılarını kendi ellerimizle açabilmenin fırsatını veriyor. Yaptığımız her iş, bıraktığımız her iz, üst üste koyduğumuz her tuğla bizleri daha ileri götürmek ve Budizm’in tabiriyle “nirvana”, İslam tasavvufunun tabiriyleyse “insan-ı kâmil”e ulaştırmak için var. Peki, bizler bu asırda neden ileri gitmek yerine daha geriye gidiyoruz? Ve neden insanlık nirvana'ya veya insan-ı kâmile ulaşması gerekirken tarihin altın sayfalarına en kara lekelerini döküyor? Ve özellikle, insanlar niçin adalet ve barışı mumla arıyor? Tüm bu soruların cevabını bulabilmek için kendi içimize dönüp bizleri yırtıcı ve kontrolden çıkmış bir canavar haline dönüştüren, her şeyi parçalayıp yok etmeye çalışan ve bundan zevk alan benliğimizin karanlığını sorgulamamız gerekiyor. 


Bizler kaybettiğimiz değerleri bulmalıyız. Önce neden kaybettiğimizi, daha sonra neleri kaybettiğimizi bulmalıyız ki yeniden adaleti ve barışı sağlamaya başlayabilelim. Gözlerim adalet ve barışın sağlanması için kaybedilen değerlerin başında sevginin geldiğini süzüyor. Neydi sevginin tanımı? İnsanların kaynaşmasını sağlayan ve adeta kablosuz bir bağlantı ile kalplerin sımsıkı birbirine tutunması sağlayan hisler değil miydi? Evet, sevgi bu çağda öylesine yitirilmiş ki, herkes kalabalıklar içinde yalnızlığın doruklarını yaşıyor. Hâlbuki bir selam, bir gülümseme bile bizleri birbirimize bağlamaya yetecek araçlar olabilir.


Gönüller kazanmak gerekiyor sırf benliğimizde sevgiyi yerleştirebilmek için. Gönüller kazanmak gerekiyor, gökyüzündeki mutluluğu içimize çekebilmek için. Elde edilmesi hedeflenen ne varsa önce insanların gönüllerinde elde edilmelidir." diyordu ya Bilge kral Aliya... Evet, bu asrın istibdat ve zulüm kokan havasını solumaktan kaçınmak istiyorsak yeni ve temiz sayfalar açabilmek için insanların gönüllerini elde etmemiz gerekiyor. Bu sayede kendi kendimize kurduğumuz haksızlık ve zulüm kalelerini gönüllerin sevgi dolu taarruzu ile yıkabiliriz. Ve barış basamaklarını insanlığın yoluna bir bir dizebiliriz.


Adalet ve barış yolunda kaybettiğimiz değerlerden birisinin de eşitlik ve saygı olduğunu tahmin etmek hiç de zor değil sanırım. İşte bu asrın hastalıklarından birisi de farklılıklarımızın bizi eşitsizliğe ve birbirimize karşı tahammülsüzlüğe götürmesi. Belki de savaşların temelinde yatan en önemli sebep birbirimizi eşit görmememizden kaynaklanıyor. Farklılıklarla kendi yararına üstünlük sağlama düşüncesi zihinleri öylesine dondurmuş ki ağabeyi kardeşine, anneyi çocuğuna ve milletleri milletlere düşman eder olmuş. George Orwell’ın da söylediği gibi: Bizler eşittik, ancak bazıları daha fazla eşitti. Yani eşitlik sandığımız eşitsizlikler silsilesinden oluşan bir halat ile kendimizi bağlıyorduk. Benliğimizdeki canavarın en çok beslendiği kaynak da bu sanırım. Oysa dillerin, renklerin ve simaların farklılığı bizleri eşitsizliğe değil temelde insan olduğumuzu göstermeye itmeli. Zaten bizler farklılıklarımızla güzel değil miyiz? O zaman sloganımız her zaman şu olmalı: “Kendinden olanı sev, diğerine saygı göster.” Çünkü biliyorum ki saygı gösterdiğimiz zaman kibir gözlüğünü gözümüzden çıkaracağız. Dünyaya daha geniş perspektiften bakabilmenin tek yolu da zaten bu gözlüğü çıkarabilmekten geçiyor.


Aslında adalet ve barış yolunda kaybettiğimiz değerlerden birisi de adaletin kendisidir. Peki, adalet nedir? Adalet temel manasıyla hak ve hukuka uygunluk, hakkın korunması ve doğru olmanın belirtisidir. Adalet öylesine bir değerdir ki devletlerin ve milletlerin temelini teşkil eder. Adalet adeta ruhların muhtaç olduğu gıdalardan birisidir. Yeryüzündeki bütün dinlerin birbirlerini desteklediği ortak nokta yine adalettir. Çünkü adaletin olmadığı yerde zulüm ve savaş baş gösterir. İnsanın içindeki bencilliği ve kavgayı ateşleyen fitilin adaletsiz bir ortam olması içten bile değildir. Barışı tam anlamıyla yaşayabilmek, yeryüzünü bir barış yurdu haline getirebilmek için adaletin parlayan ışığı ile kalplerimizi aydınlatmalıyız. İşte adaletin bu parlayan ışığı da, bizlere yön gösteren de adaletin kaynağı diyebileceğimiz vicdanımız olacaktır. Vicdan insana takılmış en büyük adalettir. Vicdanın merceğini kapatan bencillik örtüsünü kaldırabilen her insan vicdanının parlayan ışığıyla gökyüzünü aydınlatacaktır. Bu sebeple önce bencilliğimizi kapının önüne koymalı ve “insanın değerini alçaltan ve onu eşyayla bir tutan gayri insani” her şeyden uzaklaşmak bize adaletin kapılarını açmak yolunda önemli adımlar attıracaktır.

Artık gözlerimizi açıp yeryüzündeki zulümlere dikkatle bakmamızın vakti geldi de geçiyor. Aynı gökyüzünü paylaşırken farklı acılarla boğuşuyoruz. Acılarımızın sebebi yine bizler olduğumuz gibi zalim olan da zulme uğrayan da yine bizleriz. Ve bunların hepsi de yine kaybettiğimiz değerlerin eksikliğinden geliyor. Yaralarımızı birbirimizi affederek sarmadığımız sürece içimizdeki o canavar giderek büyümeye devam edecek. Zaman belki her şeyin ilacı olmayacak ancak kazanacaklarımızın bir teminatı olacaktır. İnsanlığın sırtındaki acıları ve zulümleri ne kadar hafifletirsek o kadar adımlarımızı adalet ve barış yolunda o kadar sağlam atacağız. 


Evet, sübjektif de olsa birtakım değerlendirmeler ile bir sonuca ulaşıyorum: Ne zaman ki kaybettiğimiz değerlerimizin yoluna hayatlarımızı koyarız; işte o zaman bu değerlerimizi yeniden kazanırız. Ve ne zaman bu değerlerimizi kazanırsak o zaman dünyayı adalet ve barış dolu bir yurt haline getirebiliriz. Hani bir Kızılderili atasözünün bahsettiği gibi bir devletin kurtuluşunun sebebi nasıl bir atın ayağındaki bir çivi oluyorsa; insanlığın bu değerlerinden bir tanesinin dahi kazanımı bizler için kurtuluş sebebi olacaktır. Yine kurtuluş her bireyin kendisinde başlayacaktır. O yüzden kendim ve bütün insanlık adına bir söz vermek istiyorum: Bizler için güç ve kanun yalnızca adaletin vasıtası olacak. Sevgi bizlerin parolası olacak. Yine bizler, sadece bu asrı değil geçmişteki hataların ve gelecekteki sorunların da çözümü olacağız. Farklılıklardan ve eşitsizliklerden, eşitliklerin çıktığı bir dünya kurduğumuz güne kadar çabalayacağız. Öyle ki, her insanın karşısındakinin kim olduğunu önemsemeden yalnızca sevgiyle ve saygıyla yaklaşacağı ve her insanın umudu ve her daim onun yolunda verdiği bir mücadelesi olacağı bir adalet bizim en büyük gayemiz olacaktır.