-Hep böyle kayıp mısın sen?
-Nasıl kayıp mesela?
-Bedenin dünyaya konuşsa da, ruhun hep savaşta mıdır?
-Hep değil, sadece bir şeyler karalarken ayrıca dünyaya konuştuğumu da nerden çıkardın?
-Ne karalıyorsun bu sefer peki?
-Bir güzeli, tek güzeli.
-Öyle mi! Bakabilir miyim peki?
(Lucy şöminenin önünden kalkarak hızlı bir şekilde karalamaya bakar.)
-Ama burada bir şey yok ki!
-Dünyaya konuşmadığımı söylemiştim Lucy, her konuşmak dil ile yapılmaz. Bu dünyaya bıraktığın her şey ölmeye mahkumdur, ben…. öldüremem…
-O kadar savaşın arasında yaralanmaz mı bu güzel peki?
-O güzel yaralanırsa zaten savaş biter ya.
-Peki savaşın sebebi de bu güzel midir?
-Hem de nasıl, içimdeki kötülük bir iyilik arıyordu çarpışmaya, ve buldu da.
-Koruyabiliyor musun onu peki?
-Zamanı geldiğinde iyilik ve kötülüğümle kanat geriyorum ona, savaş dediğime bakma Lucy, bu sadece bir dans. Müzik sadece onu düşündüğümde çalmaya başlıyor.
-Ağır gelmiyor mu sana?
-Asla! Bu güzele çoktan ölmüşken sence bir dans bana ağır gelebilir mi?
-Haklısın, peki bu güzel de senin hatırına müzik işler mi kendi ruhuna?
-İşleseydi sence içimdeki kötülükler saçılmaz mıydı ruhumdan dışarı? Gel gör ki buna galiba bir tek ben mecburum.
(Aslında karalama yaptığı hiçbir kağıtta bir şey yazmıyordu, hepsi boştu. O, kağıtlara kendi ruhundan parçalar verip onları yaşatıyordu, sonra da yakıyordu.)