Kimsin sen? İçinde neler, kimler var? Ne kadarından haberdarsın kendinin? Rüyanda gördüğünde hatırladın tekrar, geçenlerde öldürdüğün o böceği. Çok etkilemişti seni. Onu öldürmek istememiştin ama çıkardın ayağındaki terliği ve indirdin o parlak yuvarlak şeyin tepesine. Terliğini tekrar ayağına geçirirken çok eski bir anı nüksetti kafanın içinde. Hani şu seni yiyip bitirenlerden. Bağlantıyı kuramadın. O gece, o ilginç böceği gördüğün rüyadan da aynı anıyla uyandın. Kısık gözlerin tavana dikilmişken aklından defalarca aynı görüntüler, sesler geçiyordu. Sen yine bağlantıyı kuramadın. Hoş, ortalığın tozu dumanı dağılmadan baktın mı ki hiç kendine? Her baktığında, kendini lanetli bir girdabın içinde biçare sürüklenirken görmüş olabilirsin. Belki her bakışma sonrası üstünü sıkı sıkı kapatıyor olmanın sebebi de budur. Beğenmediğin taraflarını söküp atmak için kocaman bir karanlığın seni yutmasına rıza göstermek. Rıza göstermek. Görmezden gelmeye. Seni sen yapan her şeyi terk etmeye. Uzaklaşmaya. Ve görüyorsun, kendine olan uzaklığın başkalarına da yaklaştırmıyor seni. Sen varlık sancısını yok etmeye çalışırken, yokluk sancımaya başlıyor. Duygu kıyametleri. Anlaması güç. Var mı cesaretin? Peki gücün var mı? Kaçarak korunduğunu düşünüyorsun. O kaçtığın savaşların tüm yara izlerini taşıdığının farkında değilsin. Her yanından sızan kanları, o ıslaklığın nereden geldiğini bir türlü anlamıyorsun. Şu an yaptığın her neyse, kendini onun aksinin mümkün olamayacağına inandırmak için uykularını kaçırıyorsun. İnandıramıyorsun. Zaten neye inanırsan inan, sonunda pişman olacaksın. Değil mi? Bu senin kaderin olmuş. Belki bu yüzden bıraktın iplerini. Belki de yine o ellerinle, kendi bedenine göre diktiğin kılıflardan birinin içinden konuşuyorsun. Seni ikna etmesine izin vermişsin. Her zaman mutsuz olacağını düşünmek, bir ihtimal mutluluğu bulacağına inanıp kaybolmayı göze almaktan kolay geliyor.