KAYGI VE KAYGININ GEREKLİLİĞİ

Kaygı sözlük anlamı itibariyle "kötü bir sonuç doğacak diye duyulan üzüntü, tasa." Olarak tanımlanıyor.

Kaygı gerekli midir? Evet ya da hayır. İkisi de bir cevap olarak kabul edilebilir. Konuya evrimsel olarak baktığımız zaman kaygının (anksiyete, endişe, hayatta kalma güdüsü bile denebilir.) gerekli bir şey olduğu net bir biçimde ortada diyebiliriz.*

Kaygı insanın 'ileri' gidebilmesi için en gerekli duygulardan biridir. Kaygı duymadığımız zaman bir şeyler üretme çabasına da girmeyiz diye düşünüyorum. Burada bahsedilen kaygı her türlü durum için düşünülebilir. İlla ki de büyük kaygılardan bahsetmiyorum. En ufak bir kaygı bile bu duruma örnek olabilir. Örneğin, odanın hava alabilmesi için balkonun kapısının açık kalmasını istiyoruz diyelim. Kapı kendiliğinden durmuyor ise önüne bir yastık koyabiliriz.

Burada kaygı ortamın havasız olması ve havaya ihtiyaç duymamızdan kaynaklanıyor. Kaygı kelimesinin sözlük anlamına veya günümüzdeki insan algısındaki anlamına baktığımız zaman saçma bir örnek gibi görünebilir ancak kaygı, benim zihnimde buraları da içerisinde barındırıyor. Havasızlık durumunu kaygı edinmezsek bir çözüm arayışına da girmeyiz. Bir çözüm arayışında olduğumuz her an ileriye dönük bir şey icat etmiş oluyoruz. Buradaki şey illa elle tutulur bir icat olmak zorunda da değil, bizi izleyen bir başka insana veya canlıya, bu durum üzerinden yeni çözümler ve bakış açıları üretebileceği bir alan sunmuş oluyoruz. Bu da bir nevi fikir icadı sayılabilir bence. 

Yalnız asıl değinmek istediğim konu kaygı duygusunu veya hissini(nasıl tarif etmek istediğiniz size kalmış) anlamakta bir yanılgıya düştüğümü düşünüyorum. Kaygı korkulacak bir hismiş gibi geliyor bana. Öncelikle korkulacak bir his bile çok yanlış bir tabir gibi geliyor bana. Bir histen ya da duygudan korkmamızı gerektirecek şey nedir? Her duygu aynı seviyede değil midir? İyi veya kötü duygular olarak adlandırmak ne kadar doğru?

 Kaygı hayatın bir gerekliliği. Yalnız, diğer hislerimiz gibi kaygı hissini de bir kefeye(iyi his, kötü his gibi) koymak zorunda hissediyoruz sanırım. Bildiğiniz üzere belirsizlik biz insanlar için bir korku öznesi. Bu yüzden duyguları da birer kefeye koymak zorunda hissediyoruz bence. Eğer duyguların hepsinin yaşamda var olduğunu kabul edersek işler daha da berraklaşır diye düşünüyorum. Kaygı, üzüntü, öfke, sevgisizlik gibi duyguların da var olduğunu ve bu duyguları hissetmenin insanı aşağı çekmediğini, daha değersiz yapmadığını bilmek ve bunu sindirmek insanın gelişimi için önemli ve gerekli bir nokta. Hayatın kimi noktalarında, hayatımıza giren veya hayatımızın yanından geçen insanların bakış açılarında yetersiz ve değersiz olabiliriz. Her konuda yeterli olamayız. Bu durum birçok zaman bizim olduğumuz kişi ve hayatta bulunduğumuz konudan bağımsız olarak karşımızdaki insanın ya da insanların yeterlilik veya değerlilik kavramlarına verdiği anlamlar ile alakalıdır. Biz kendi yeterlilik kavramımızda ilerlediğimiz her an başkasının da yeterlilik kavramında ilerlemiş olmuyoruz her zaman. 


Duygular Hiyerarşisi Nasıldır ve Nasıl Olmalıdır?

Kaygı konusu üzerinden biraz uzaklaşarak diğer duygularımızı da yanlış sınıflandırdığımız konusuna değinmek istiyorum. Mutluluk ve üzüntü duygularını ele alalım. İlk bakışta bu iki duyguyu birbirine zıt duygular olarak ele alıyor olmamız çok doğal. En azından ben öyle hissediyorum, bu iki his sanki birbirine zıtmış gibi. Ancak neden böyle bir sınıflandırma yaptığım hakkında biraz düşününce o kadar da mantıklı bir sınıflandırma olmadığını görüyorum.Bir kere mutluluğa sadece kendi içerisinde bile baktığımızda çok da doğru olmayan bir biçimde tanımladığımızı görüyorum. Mutluluk, bir sonuçmuş gibi algılıyordum her zaman. Ancak mutluluk bir sonuç değil bir hâl, bir durum olmalı. Mutlu olma hali gibi. Kişinin isteğine bağlı bir durum. Bu çok daha mantıklı geliyor. Bahsettiğim ilk anlamda(mutluluğun bir sonuç olarak ele alındığı anlam), elde ettiğimiz sonuçlara göre bir duygu seçimi yapmış oluyoruz. Yani iyi bir olay mutluluk hissettirmeli kötü bir olay ise mutsuzluk hissettirmeli gibi. Bu durum da yanlış veya doğru diyemeyiz ancak bu durum beraberinde başka soruları ortaya çıkarıyor. Bir duygu eylemlerin sonuçlarına bağlı olarak hissediliyorsa, o duyguyu bizim istediğimiz zaman hissedemeyeceğimiz anlamına gelmez mi? Neden bir duyguyu hissedebilmek belli şartlara bağlı olsun? Tabiki de makul bir zemine indirgediğimiz zaman bir cenazede mutlu hissetmek mantıksız olur. Ancak benim değinmek istediğim nokta şu ki: Mutluluk ve mutsuzluğu birbirine zıt iki duygu olarak algılarsak bu cenazede kaybettiğimiz kişinin ardından hayatımıza devam ederken hem ölümü mutsuz bir şey olarak kafamıza işlemiş oluyor hem de ölümün kendi içindeki anlamını da çarpıtıyoruz. Çünkü ölüm apaçık bir gerçek ve bundan kaçış yok. Kaçış olmayan bu nihai noktaya bakış açımızı hep negatif taraftan beslersek bu gerçek gerçekleştiğinde hayatımızdaki anlam değişikliği büyük bir sekteye uğramaz mı? O öldü ve mutsuz olmalıyım. Üzülebiliriz ancak mutsuz olmak ya da mutlu olmak bir seçim. Sevdiğim bir insanı kaybettikten sonra da mutlu bir şekilde hayatıma devam edebilirim. Mutsuzluk, mutluluğu tamamen reddetmiyor. Her duygu birbiriyle birlikte hissedilebilir. Sevginin içerisinde tiksinti, öfkenin içerisinde mutluluk bulunabilir.