Kafamın içinde o kadar çok düşünce var ki... Hangi kanalda yol alacağından hep bir şüphe halinde, en sonunda kalakalıp hiçbir yöne akamayan bir duruş yerinde seyrim. Oysa ne çok yakışırdı bir şekilde bir kanala dalıp duru bir halde yol alırken yıkamak ruhumu. Dinlenmek üzere yol alırken yorulmak, yorulurken yoğrulmak... İnanmadan önce bir şeye; neden inandığını bilmek, bilip şüphelerinden arınır iken yeni şeylerden şüphe edecek kadar cesaretli olmak ve cesaret sahibi olmadan önce bilgeliği ucundan kıyısından yakalamak; gökyüzüne doğru bakarken yıldızlara yolculuk etmenin hiç de olumsuz bir şey olmadığını düşünen bir çocuğun düşünü yaşayan umudu içerisinde... Bir takım dogma ve izm'ler halinde duruşlardan kurtulmak için çileler çekebilecek sabrı zihninde bütünleştirmek... Kimi zaman hiç farkında olmadığın kinini sorgulamak, kimi zaman sisli bir perdenin ardında bekleyen, takip eden ön yargıları bir kılıç darbesiyle ortadan ikiye yarmak. Bazen sinsi korkulardan sabah uyandığında sıyrılmış olmak. Tüm kibir tadı yayan irin; leş kokulu şeyleri sıyırıp atmak, her nerdeyse bilerek. Bilmek, bilmek, bilmek... Bilirken biriken hiçliğin farkına varmak ve bulmak, bulduğunu anlamak, hayat endişesi olmadan mümkün olan her yola revan olmak... Yolculuk sırasında uğramak kendine, kendine kendini sormak...