Gece öten kuşlardan yaratılmışım ben,
Her zarafete gerçeği hatırlatan dokunuşlardan.
Benim için çok yaşamaz dememişler,
Geçmemişim büyük kıranlardan.
Yalnız, çok yağmur yağmış sabahleyin
Yağmurdan umutlanır durur anam.
Bu mayın tarlasında,
Ağaçtan düşen bir elma gibi düşmüş yaşlar gözlerimden.
İnsan yavruları bile ağlamazsa temizlenir mi hiç günahlarımız?
Tanrı tutar mı hiç ellerimizden?
İğrenç sabahları aşkla öpmeyi denedim, kanattım dudaklarımı
Doğdum, sürgün yedim anamın karnından, ağladım
İnsan olmak ağlamaktan başlar
Ve öyle hissediyorum ki insan olmak
Kaçamamak bir savaştan
Toza toprağa bulanmış örtülerle örtmüşler beni,
Ağlamam dursa da
Yaşamak bileklerimi güçlü kılsa da
Yaradılıştan ahbabım sıkıntıya.
Ne de olsa ben doğduğumda
Göğsümde bilinmeyen abecelerle yazılmış yazıtlar varmış.
Bekle beni buhranlar tanrısı, tanrının buhranı
Orduna katılmam yaratılmamla başlar,
Her soluğuna dek sıkıntı dolu bizim arkadaşlar.
Kapkara bir kağnıyla belirirler her gece penceremde,
Nefesi uğuldayan atlar,
Geceden yapılmış aksak kanatlar
Ve ademden kalan yangın mavisi bir perde.
Yaratılış, içimde yürek karası
Buhran hatırası, ölüm törpüsü,
Durgun bakışlardır halet-i ruhiyemin bitki örtüsü.
Yanan takatimden ateş sıçrar ormana
Anlamsız bakışlar bırakırım kırılan kaleme, gerilen oka,
"Biraz yabanidir,
Öyle geldi doğduğundan bu yana."
"Omuzlarında silik renkler
Siyah gözlerinde durgun bir matem,
Varlığını deşen sloganlar bulur
Koşturur siyah bayrakların peşinden."
Resmi bir törenden
Parlak vitrinlerden değil
Küsmüş bir isyankardan -kırbaçla bastırılan-
Lekeli kumaşlardan
İnsan kirleten sokaklardan
Sıkıntıdan, bunalmaktan
Yani, yaradılıştan.
Mühim sözler söylemeli insan,
En mühimi keskin koku,
En mühimi ceza kanunları,
Ve ay sonu muhasebesi.
Artık tanrının buyruğundan daha çok ses getiriyor
Yolların zorluğu.
Öyleyse konuşmalı,
Mühim sözler bulmalı,
Çok geçmeden fırlatmak gerekli taşı.
İsyan isyan isyan ediyor tanrının kulları!
Gülüyor gülüyor gülüyor tanrının kulları!
Büyük buhrana karşı kibre bürünmeli
Tutsak etmeye çalışmadan,
Ağızdan firar eden cümleleri.
Sabahtan sabaha akşamdan akşama
Acınası ve kibirli gülmeleri.
Aya ağlıyorum
Bunaltı kalıyor aylalardan bana,
Fersiz gözler bakıyor aynalardan bana.
Az daha dayan!
Az daha dayan!
Dünya bu mu, dünya bu
Ne olduysa oldu
Tozlu sehpalar toynağımın çamurundan korktu.
Hayat bu mu, hayat bu
Soğuk iplerden düşüyor boynum.
Derleme ağıtlar geliyor uzaklardan
Ne ilktim ne sondum.
Uyku, yoksuz, boşluk, histeri
Henüz yeni düştüm, bekleyin beni
Kasımpatılar uzakta kaldı, uzakta kaldı diğerleri.
Ufku kızıltıdan yaratmış ey mübarek tanrım!
Bir rüzgar kuzeyden esti; güneyden, bir yerlerden
Benim meşalem diğerlerinde kaldı,
Çok uzakta diğerleri.
Saklanmadım,
Kurşunların iştahını kabartmıyordu varlığım.
Arınmış sokaklardan saydam bedenimle yol aldım,
Kirli sokaklardan saydam bedenimle yol aldım.
Ve çok uzakta bir anımsama,
Tozpembe ya da kapkara.
İşte delik pabuçlarım
İşte hayal bezirganı dünya.
İşte, böyle oldum
Artık ne olsa düşünemem uzunca.
Gergin bir kağıdın ortasına saplıyorum çakımı,
Damarımda rüzgar estiren hançere güvenemem.
Ağlarım, beni bırakma öldürmeden.
Maksadımı aşmak istiyorum şimdi,
Siyah bayraklar açmak!
Ve taşla ve sapanla ve azapla
Ve ben ölebilirim ölecek hiçbir şey yoksa.
Yapabilirim,
Bunu bilmek engel oluyor kıpırdanmama.
Muhakkaktır
Çaputlardan medet bulan geçmişimin alametifarikası,
Çok mu çok bilgin modern tıp.
En mühimi keskin koku,
Damarlarımı alevlendirmek ise benim bilgeliğim.
Şebnem, duy beni nedir dediğim?
Şebnem,
Bulanık kalmalıyım dudaklarını sakınma benden.
Diren diyorsun geçer,
Her şey geçer.
Dudakların, ışıklar, sirenler
Ölüm bile geçer,
Yaşatmanı beklemiyorum senden.
Sen, keskin kokunun hırçın kardeşisin
Düş akıt bana pençelerinden.
Alkol kokusu yayılıyor sokuldukça,
Nesin sen?
Evet değişiyor her şey.
Her şey gözlerimi doldurarak değişiyor.
Yarın kanım akmayacak,
Bugün de akmıyordu.
Değişmek 'avlanabilir hayvanlara benzemiyor'
Gözlerim doluyor dünya sessizce dönerken.
Başka türlüsü mümkün değil
Kapanan gözlerimin menzilinde sen,
Akmayan kanımda zehir.
Şebnem,
Gözlerimi kapatıp sırtımı dikenli duvarlara dayadığımda
Bağrımda yaralar açan soluğumun içine karışma.
Çünkü sen kanımdayken
Çünkü sen kanımdayken yok oluveriyor dünya.
Temizlenme damarlarımdan,
Dudaklarında dolansam da
Kaçırmaya çalışmıyorsun beni yalnızlığımdan.
Dargınlığım, arsız varlığım yürek buluyor bundan.
ANI
Issızdı dünyam
Ve benim yalnızlığım, o dupduru hatıram
Adice kirletildi.
Bir çan çaldı, savaşlar başladı
"Hızlı olaaaan yavaş olanı taşladııı"
Ben savaştan muaf tuttum kendimi Şebnem
Ben kaçmadım
Yalnızlığım adice kirletildi
Öyleyse kaçınılmaz, büyüdü dargınlığım.
Fakat biliyordum elbet bir çentikle başlayacaktı
Sonra bir diğeri sonra bir diğeri sonra bir diğeri
Söylemiştim, göğsümde bilinmeyen abecelerle
doğdum
O gün bir çentiği göğsümden söktüm
Bıraktım hastane duvarına
Makber söyler gibi ağlayan insan yavrusu
Hâlâ hatırımda tutsaklığım
Hâlâ her gözyaşım
Kin dolu bir minnetle varıyor tanrıma
Ayağıma taşları bağlama.
Eğer inandığım bir şey olsa,
Böyle tapınmazdım dudaklarına.
Kafamda ağrılı demirler döven dünya,
Kafamda karasinekleri aratmayan bebek inlemesi.
Öyleyse inandıklarımın en yalın hali alkoldür.
Tren sesi, tır gümbürtüsü, kaybolmuş üzüntü
Çarpıyor omzuma yüzü kirli adamlar.
Gizlerle işlenmiş anahtarımın açtığı her kapıda,
Hayalî dudaklarıyla Şebnem var.
Şebnem'e tapınağın ortasında diz çöktürtüp
Dudaklarına bilenmiş bıçaklarla ayetler yazmışlar,
Çenesinden sakince geçip boynuna varmış yasa.
Çok ayıplı yerlerinde kim bilir neler var?
Tanrının elçisi gibi uzanıyor bana kolları,
Belli belirsiz izlerden kurtulamamış boynu,
Arada sarı bir sayfa: Temiz, kasvetli omzu.
Neden bilmem, omzunu her defasında ilgisiz
bırakıyorum.
Kırmızıya çalan turuncu saçları omzundan korkuyor,
Çok günah görmüş çocuklar gibi korkuyor.
En büyülüsüyse elleri, böylesini görmedim İsa'dan beri
Okşa güçten düşmüş gövdemi kapansın kesiklerim,
Vur asanı yere,
Sam Bin Nuh bana kıskanç gözlerle baksın,
Sallansın yeryüzünün tüm direkleri!
Şebnem, titretiyor ademelmamı
Cansız, asil bileklerin.
Bunca günahı nasıl göğüsledin de
Kaldırım taşlarıyla kaplanmış ışıltılı caddelerden
Vakur, kararlı adımlarla geçiyorsun,
Hem de hiçbir vazgeçiş belli olmuyor
Gök atlasım saydığım ahşap rengi gözlerinden,
Ben, gözlerimi göğe çeviremem,
Tanrıdan utanırım, mümkünse.
En çok bu kadar yok sayılabilirdi varlığım,
Anlamını düşünmek istemiyorum,
Beni sana sürükleyen güdümsüz adımların.
Şebnem, ben gelmeden.
Şebnem.
Zamandan, karardan, hasardan ötede;
Birbirini parçalayan köpeklerin yanı başında sessizce,
Dünyayı bir anlığına sallayan yıkımların yanı başında
Bilgece, susuyorum.
Belki bir iki kelâm ederiz Fikret sigarasını bitirince,
Fakat Fikret'in sigarası bitmez,
Fikret sigarası elindeyken konuşmaz,
Dudaklarına yerleştirir zehrini,
Sonra kendi zehrinde debelenerek
Bir vahşi hayvanı nasıl avladığından bahseder.
Vahşeti denk görüyorum Fikret'e.
"Yalnızca ölümün olduğu bir ormanda
Tüfeklerimizle geziyorduk
Yere çöküp üç beş parça atıştırıyorduk
Sonra bir sarımlık tütün, ucuz, eski
Burda yalnızca ölüm var dedim ya
Burda yalnızca pençeler, savaş, mecbur savaş
Düşünmenin anlamı yok öyleyse"
Fikret kadar haklı olabilsem keşke,
Zoraki düşüncesizliklerimin ellerini
Derimden söküp atabilsem,
Şuursuz şuurumu terk edebilsem.
Nasıl da mahzun
Nasıl da düşünceli duruyor Şebnem.
Hiçbir şeyi değiştiremez üzgün bakışların
Ama sen üzül,
Başka çare yok üzülmekten.
Ve koyu gözlerine yerleşen mahzunluk parçaları
Beni yalnızca kendime zararlı bir yanılgıya itiyor.
Kapanıyorum ayaklarına,
Ama inancım dirilmiyor.
Fikret:
Zifiri karanlık bir gecede
Ellerimizde tüfekler yine
Ellerimizde türlü varlıkların ve kendi insanlığımızın kanı
Kaybolanların adlarının kazındığı çalıları toparlayıp
Harflere göz ucuyla dahi bakmadan
Gövdemin orta yerinde belirmeye başlayan bir alevi
Çalılara salıyorum
Yaktım kuvvetli gövdemle
Gel kana bulayalım her yerimizi
Toprağa vurup kendimizi ilerleyelim
Gerisini bilmeyelim
Fikret'e bir silah verirsem
Öldürür,
Tabiatın karşı koyulmaz yasaları.
Şebnem'e bir silah verirsem
İnceden bir ses yükselir.
Tek telden yayılan dokunaklı bir keman sesi.
Doğaya savaş katıyor tanrı, rüzgâr!
Binaları kinimle ikiye yarıyorum, deprem!
İçimden buruk, sancılı çıtırtılar, yangın!
Olana ölene tutkuyla nefret, aşk!
Bulanık beden
Savrulan ruh
Şebnem!
Yan!
Uzak gecenin üstünde duman,
Süzülüyor dünyayı uyandırmadan.
Ben, süzülüyorum sessizce meydanlardan.
Boğazına atılıyorum yol bulduran levhaların.
Taşmazsa öfkem damarlarımdan,
Bu kancık dünyaya dayanamam!
Benim gözlerimin gerçeğinde:
Nefes topraktan, kitaptan, insandan el çekmiş
Yaşam savaştan uzakta,
Kuru otlar duruyor bereketli sofrada.
Fenerlerin peşinde lağım sinekleri,
Sezgilerim bulanık.
Valizini toplayanlar kara çalmış aydınlığa.
Herkes inandığına saklanmış,
Kılıç kınına varmış,
Ben Şebnem'in dudaklarına.
-Eğer inandığım bir şey olsa böyle tapınmazdım
dudaklarına-
Kaybolmanın tekinsiz yanlarından bahsediyorum sana,
Ferah gök gövdemi sıktığında oluşan huysuzluktan
bahsediyorum,
Alkolün peşinde bulanıklaştığım
Ay vuruculuğuna teslim olmuş soğuk akşamlardan.
Gözlerimin içinde hep sis var gibi Şebnem,
Ellerimde yabani bir hayvanın saldırgan kımıltısı.
Vakitsizce taş yüklenip fırlatan ellerimde
Beddua hıncı,
Tırnaklarımda elma kalıntısı.
Gündüzlerimde ölümcül bir hastanın ten sarılığı,
Güneşin en katlanılmaz zamanları,
Gecenin en hareketsiz ayazı,
En hareketsiz ve en kırıcı.
Yakamdan düşmeyen hayat kırıklığı bu.
Ve bu
Kimi zaman asi ediyor beni
Kimi zaman uysal, kıvır kıvır saçlarımı okşuyorcasına
bahar.
Kiren dallarından sarkan çürük dudaklar,
Çentikler, kelebek çakım, gizli anahtarım
Ölmeme sanki asırlar var.
Dünya, beni deşmekle meşgul.
Ben, dünyayı ırgalamakla meşgulüm
Ve rüyadan kaçmakla,
Rüyadan, üzüm bağlarına davranarak.
Gerçeğin sarsılmaz sanrısına
Minnetle açarak içimi,
Hem de lanet okuyarak varmak.
Kent, en sevilmeyen yerinden hareketleniyor,
Seyyar tezgahlar yuvarlanıyor yokuşlardan,
Kıyamet alarmları çalıyor dükkanların,
Elinizde ne varsa sandıklara saklayın,
Saklayın coşkuyu, dipdiri bedeni.
İnsan, hiç savaşmamış gibi.
Vakit ruhların, alkollerin vaktidir.
Bir ambulansın sireni kıyamet ilanıdır.
Ve Şebnem, eğer tedirginliğim gözlerini bulduysa
Bil ki o gün dışarda 'insanlar dünyayı tekmeliyor'
Korkunç ki haklılar ve haklıyım,
Sesimin kuvvetlenmesi gerekiyor.
Sesimin gürleşmesi, bir kibir edinmesi.
Bu benim kimsesiz matemime bir saldırıdır,
Bildik ayazları görüp titreyen dizlerime memleket
soğuğudur.
Bana o yazmalara sardığın tabancayı ver,
Nasılsa yaklaşıyor akşamın ayak sesleri.
Karar veriliyor, aksak ruh belirliyor hedefleri.
Iskalanmış düşlerin eteklerinde bir kin kalıntısı
Düş, duvarlara çarpan en eski sesim,
Temiz resimlerin içinden hayalet olarak geçip
Önümdeki tek çıkış yolunu seçip de
Olacak olanı olduruyorum.
Üçüncü sayfalara değil iğrenilen bir günaha sıkıştırılıyor adım.
Adım her neyse artık
Dünyanın ufak bir parçası.
Bu kav vakitlerini sen seçmedin
Uzak duran toprağı da.
İşte, kader geçiyor yükü sırtında.
Kahvelerimiz fincanından tabağına taşıyor.
Bizi beklerken mi birikmişler?
Yok hayır terk ediyorlar bizi.
Aynı alkoller gibi aynı
Aynı bir vakit hissettiklerimiz gibi
Yalnızlığın ve yaşayan sevginin silindiği gibi.
Eli silahına kardeş hissediyor şimdi
Soğuk akşamların katibi.
Belki kendimi mi yoksa Şebnem'i mi?
ANI
Senin varlığın vardı gülümseten
Sen tatlı tebessümler varisiydin
Ben güzel gündüzler katibi
Bilirdim sevinci
Bilirdim bir yokuştan babamın omuzlarında inmeyi
Fakat ölümler de bilir
İçimde bir infilak tetiklenir
Bir kamyon freni mi patlar yoksa buzlu yollara mı ecel denir
Şehirlerin arası nurdan olsa gelme
Yol cehennemdir ben gelirim
Artık vakit geç
Uçup gitmesin diye ruhlar
Mezar taşlarına sarılıp da yüz yirmi üç gün
Her gün en az üç kere gömülüp
Unuttum
Neydi rüzgarda süzülmek ufak ellerinden tutup
Neydi salon ortasında güreştiğim
Neydi ateşli alnıma değmesi o yorgun ellerin
Neydi kuvvetli omuzlar ve bayram harçlıkları
Neydi yaşamak her neyse gitti
Kalbim bir kere gücendi
Sonra soğuk, mezarlık, kararmış ruh, yılgı
Anne, Cemile bu göğü görse çok severdi
Ben susunca megafonlar titrer
Soğuk akşamlar titrer ve gündüz hep biter
Her seladan sonra yürek yarım kalır
Her seladan sonra
Güzel akşamlar yitirilir
Birkaç yıl anca direnilir kirle pasla
Birkaç asırlık küfürle
Birkaç asra yetecek alkolle
Bir acının tablosundan kaçan bir hayaletle
Anca birkaç sene
Şebnem,
Benim mezar taşlarından doğurup kendime doğrulttuğum şeytan,
Elindeki elmalar uzak cennetten.
Belki kendimi mi,
Yoksa Şebnem'i mi?
Şebnem'iyse eğer
Yani yeri göğü ve arasını
Ve belki aynaları bile parçalayacaksa yazmalardan çıkan öfke
Ölümsüz olurum,
Ölümlü olurum,
Ne söylenebilir başka,
İsimsiz, isimsiz
Ufka yüz çevirme sakın,
İsim bulur ölüm olursun yoksa.
Yoksa Fikret'i mi?
Durdururum dünyayı ve dondururum kendimi.
O zaman ölümsüz akarım Şebnem'e,
Kendime,
Kendime,
Dönüyor her şey kendime
Namlular bile.
Füff
2021-09-15T12:06:41+03:00Yorumlarınız için teşekkür ediyorum. Sizlerin beğenmesi çok sevindirici. ✏️🙏🍀
Aslı
2021-09-14T23:01:13+03:00Derin bir nefes aldım, okumaya başladım, bitirdim, nefes verdim. Öyle çok beğendim ki. Bir kitapta olsaydı bu şiir zaman zaman alır elime mutlaka okurdum, kaybolurdum içinde. İyi ki yazmışsınız. Çok etkilendim.🌿