Odamdaki çekmecelerin hepsini açtım. Yatağımın örtülerine kadar söktüm. Masayı öne çektim. Giydiğim bütün kıyafetlerin ceplerini kontrol ettim. Kitaplarımın arasına kadar baktım ama bulamadım. Bir şeyi aramak bu kadar yorar mıydı insanı? Yorgunluğumla sırtımı duvara yaslayarak ayaklarımı uzattım. Kendimi aramanın bu kadar zor ve yorucu olacağını bilmiyordum.


Akşam vakti yemeğimizi yedikten sonra çay faslına geçilmişti. Babam, hangi kanalda haber izleyeceğine karar verememişti ya da objektif olmak için her kanaldan bir tane haber izleyerek kanalları değiştiriyordu. Annem, el işini yaparken çayından yudumlayarak kimseyle muhatap olmuyordu. Ablam, telefonuyla uğraşıyordu. Arada sırada bana dönerek bir video izletiyor ama komik olsa da ben gülemiyordum. Çayın yanında gelen çekirdeklerin sonuna geldiğimde hep acı olan o sonuncusunu yemiştim. Birkaç tane acı olmayan çekirdek kalmıştı. Acı olmayanları yesem de ağzımdaki tat gitmiyordu. Bundan dolayı gülemediğimi düşündüm. Kötü tadın yok olmasıyla birlikte içime işleyen acı yok olmamıştı. İçime işleyen şeyin çekirdek olmadığını fark ederek sehpanın üzerinde duran telefonumu aldım.


Gün içerisinde arkadaşımla mesaj yoluyla sohbet etmiştik. Sohbet iyi gidiyordu. Ruhsal olarak iyi olmadığımı söyleyerek bir şeyler anlatmıştım. “Sen kendinde değilsin.” dedi bana. Ben de “Neyse işlerim var. Sonra görüşürüz.” diyerek sohbeti bitirmiştim. Herhangi bir işim yoktu. Kendimde olmadığımı kabul etmiştim. Çekirdeği yiyene kadar sadece kabul etmemle kalmıştım. Kendime gelmek için bir şeyler yapmalıyım diye düşündüm.


Kendime nasıl geleceğime, sürekli değişen haber kanallarındaki rahatsız edici spiker sesiyle bir cevap bulamadığım için hızlıca çayımı bitirdim ve kalktım. Kitaplığımdaki daha önce bitiremediğim kişisel gelişim kitabını alarak oturdum. İçindekiler kısmından başlıkları inceledim. “Kendini Bulmak” isimli başlığın sayfasını açtım ve okumaya başladım. Yapmam gerekenler sıralanmıştı. Sırayla okurken bunu yaptım, bunu yapıyorum, buna gerek var mı, çok saçma, belki yapılır diyerek geçiyordum. Bölüm bitmeden işe yaramayacak diye kitabı bıraktım. Bir şeyler yazmak için kâğıt ve kalemi aldım. Uzun bir süre uğraştım. Yeterli, diyerek kalemi bıraktığımda kâğıt, üzerinde güç bir şekilde okunan birkaç kelime dışında simsiyah olmuştu. Yazamadığım için karalamıştım. Siyahı severdim ama bu ben olamazdım. Kâğıdı ortadan ikiye katlayarak beyaz görünmesini sağladım. Yeni bir filme başladığımda arkadaşımdan mesaj geldiği için sonra izlerim diyerek hemen başında kapatmıştım. Belki filmi izlersem kendimi bulurum, dedim. Film, komedi filmiydi ve ben yine gülemedim. Filmi izlerken bir arayış içerisinde olduğum için gerçekten komik olan film, ben gülemeden bitmişti. Yine kendimden parçalara rastlasam da bir türlü tamamlayamamıştım. Belki ailemle sohbet edersem bir şeyler bulurum umuduyla odadan çıktığımda her yerin karanlık olduğunu fark ettim. Herkes uyumuştu. Televizyonun sesini kısarak açtım. Kanalları teker teker gezerken sonunda bir spor programında durdum. Futbolculuk kariyerinde hiçbir başarısı olmayanlar; kariyerini şampiyonluk, goller, asistler, ödüllerle devam ettiren hayranlıkla izlediğim futbolcuları eleştiriyorlardı. Neden olduğunu bilmiyorum ama bizim ülkede olumsuz ve ağır eleştiri yapanların tamamı, eleştirdikleri alanda hiçbir başarısı olmayanlardı. Ben de o yorumcuları daha fazla eleştirmeden televizyonu kapattım. Televizyonda izlediğim eleştiren veya eleştirilenlerden birisi de olamamıştım. Balkona çıktım. Bir süre hava alarak yıldızları seyrederken gökyüzünde de kendime ait bir şey bulamadım. Yatağıma gittim ve uyumaya çalışırken kendimi nerede kaybettim diye düşünmeye başladım. Uykunun etkisiyle sağlıklı bir şekilde düşünemeyecek hale geldiğimde “kendime gelmek yerine kendime gitmeliyim” diyordum.


Uyandığımda neredeyse öğle vakti olmuştu. Dışarıya çıkmak için hazırlıklarımı yaptıktan sonra kahvaltı etmek için mutfağa geçtim. Bir süre hiçbir şeye dokunmadan masaya dizilen kahvaltılıkları inceledim. Zeytinin buruşmuş hali, gözlerimde yaşlılığım olarak canlandığı için henüz gencim diyerek zeytin olmaktan vazgeçtim. Peynirin yumuşaklığını görünce sinirlendiğim anları hatırlayarak peynir de olamam, dedim. Çocukluk fotoğraflarıma baktığımda saçlarım sarı olduğu için balla bir yaklaşımım oldu ama aşırı bir tatlılığım da yok diye baldan vazgeçerken reçelleri de otomatik olarak eledim. Çay bardağının ince beli bu tatilde kilo alırım diye bana hiç bakma der gibiydi. Çatala bakarken başparmağım kopmuş gibi hissettiğim için bir anda saçma düşüncelerimden sıyrılarak hızlıca kahvaltımı ettim. Kahvaltıdan hemen sonra evden ayrıldım.


Nereye gideceğimi, kendimi nerede kaybettiğimi bilmiyordum. Sakin, sessiz ara sokaklardan yürümek istedim. Adımlarım, beni kendime götürecekti. Sakin sokaklardan geçerken evde bir şeyini unuttuğu için kapıda bağıran baba, dedikodu yapan ablalar, camiden dönen amcalar, evde çocuğuna bağıran anne derken hiçbirinde kendimi tamamen bulamıyordum. O sırada kendilerine taşlardan ve duvara çizdikleri çizgilerden kale yaparak futbol oynayan çocukları gördüm. Adımlarımı yavaşlatarak iyice izlemeye başladım. Çocukların tamamı, küçüklüğümde arkadaşlarımla yaptığımız gibi birer futbolcu ismi söyleyerek kendi kendilerinin spikeri oluyordu. Haber spikerlerinden çok daha güzel sesleri vardı. “Alex, Alex, Alex vuruyor…” diyen çocuğa odaklanmıştım. Sanırım, kendimi buldum diye düşünüyordum. Acaba hangi Alex’ten bahsediyor diye merak ettim. Ben küçükken “Alex de Souza” derdim. Çocuğun çok iyi oynamasını ve sağ ayakla vurmasını görünce bu da ben değilim diyerek uzaklaştım.


Sakin sokaklarda bulamadığımı anlayarak kalabalık caddeye gelmiştim. “Emekliler parkı” diye anılan alana girdim. Buradaki insanların çoğunluğu gerçekten emekli olanlardı. Boş bulduğum banklardan bir tanesine oturarak izlemeye başladım. Karşımda tek başına ve gururla oturan bir amca vardı. Kafasını tamamen yukarı kaldırmış bir şeyler düşünüyor gibiydi. Ben de düşünmeyi severim ama gururlanacağım bir şey henüz yapmadım diyerek sağ tarafıma döndüm. Üç tane amca sohbet ediyordu. Üçünün de görüşleri aynı olacak ki sürekli birbirlerini onaylıyorlardı. Devletin yönetimini üç amcaya şu an versek anında refah seviyesinde büyük bir artış olacak gibi kesin ve net konuşuyorlardı. Sohbete kulak verdiğim için sıkılmıştım. Kendim olması imkânsız diye düşündüm ve sol tarafıma döndüm. Solumda bir amca ve bir teyze vardı. Hiç konuşmadan yoldan geçenleri izliyorlardı. Teyze, sessizce amcaya bir şeyler söylediğinde de sesi bana kadar gelmiyordu. Amca, teyzenin her konuşmasında teyzenin gözlerinin içine bakarak gülümsüyordu. Benim bu tatlı fısıldaşmayı yaşamam için önce kendimi bulmam lazımdı. Yoldan geçenleri izledim. Orta yaşlarda bir ağabey, telefonla konuşurken bağırarak gidiyordu. Birilerine kızıyordu. O anki siniriyle ne bakıyorsun demesin diye de diğer taraftan gelen insanlara bakmak için döndüm. Sonra tekrar aynı yöne, tekrar diğer yöne dönüyordum. İnsanların hızına yetişemedim. Çok kısa sürede kendimden bir şeyler bulmak da zor oluyordu. Bu yüzden buradan da ayrılmam gerek diyerek yürümeye başladım.


Sokağın köşesinde tartışan sevgililer, her aşkın sonunda olduğu gibi “bitti” diyerek ayrılmışlardı. Her ikisinin de ağlayarak gittiklerini görünce üzülmüştüm. Neden olduğunu sorgulamak istediğimde çok cevap çıkacağı için vazgeçtim. Ben, bir mesaj yoluyla terk edilmiştim. Terk edildiğimde kimler mutlu kimler mutsuzdu, bilmiyordum. Ben, yalnız başıma mutsuzdum. Bu yüzden ayrılan sevgililerde de kendimi bulamadan yoluma devam ettim. Uzun bir süre düşüncelerimi ve arayışımı bırakarak boş boş yürüdüm, müsait olan yerlerde oturdum. Akşama doğru eve dönerken kulaklığımı taktım ve bir şarkıda kendimi bulacağımdan emindim. Aşırı derecede şarkı dinleyen birisiyim. Bu yüzden telefonumda da binlerce şarkı var. Karıştır seçeneğini açarak rastgele bir şarkıda bulurum desem de yol boyunca hiçbir şarkı bana hitap etmedi. Oysa o şarkıları, bana hitap ettiği için dinliyordum. Bazen melodisi, bazen bir kelimesi, bazen nakaratı, bazen de şarkı bütünüyle bana hitap ederdi. Eve giriş anımda kulaklıklarımı çıkarırken kendimi şarkılarda da kaybetmediğimi düşündüm. Anahtar almadığım için kapının açılmasını beklerken galiba kendimi nerede kaybettiğimi bulmuştum. Annemin neredeydin sorusuna cevap bile vermeden hızlıca odama geçtim.


Odamdaki çekmecelerin hepsini açtım. Yatağımın örtülerine kadar söktüm. Masayı öne çektim. Giydiğim bütün kıyafetlerin ceplerini kontrol ettim. Kitaplarımın arasına kadar baktım ama bulamadım. Bir şeyi aramak bu kadar yorar mıydı insanı? Yorgunluğumla sırtımı duvara yaslayarak ayaklarımı uzattım. Kendim için çok şey yaptım, aradım ama bulamadım diye düşünmeye başlamıştım. Annemin cüzdanımı önüme atmasıyla irkildim. Annem, kirlilerini kirli sepetine atarken ceplerini kontrol et diyorum, bir gün yıkanıp gidecek, cüzdansız mı dolaştın sen akşama kadar, dedi. Anne, cebimde param vardı, dedim. Kimliğini taşımamak suç diyerek kamu spotunu yapıp gitmişti. Sonunda yokluğunu kapıda fark ettiğim cüzdanımı bulmuştum. Kimliğimi cüzdanımdan çıkardım. Bir rahatlama geldi. Kendimi bulmuştum. O sırada arkadaşımdan mesaj gelmişti. Keyifle telefonu elime aldığımda mesajını sesli bir şekilde okumuştum. “Kendine geldin mi?”