Sahi neyin çırpınışıydı bu? Kendini bulmak?Anlamak? Ya da değişmek mi? Bilmiyorum. Bir kabuk var hissediyorum. Sert, inatçı ve asi bir kabuk. Çıkmam gerek ve bulmam gerek kendimi. Kayıp mıyım sahi? Neredeyim, hangi sokakta, hangi dönemeçte, hangi çukurda? Arıyorum, arıyorum yok. Nefes nefese kalıyorum, dur artık dur, gücüm bitmek üzere. Oturuyorum bir kaldırım taşına. Neden diye sorguluyorum. Neden kırmak zorundasın bu kabuğu? Her çırpınışta başka bir yerim kanıyor, canım yanıyor. Kızıyorum kendime neden bu çaba, neden bu yıpranış, bu zorlu mücadele? Kolayı seçmelisin belki de, çabasızlığı, sığlığı ve kabullenişi. Mutluluğun sırrı da bu değil mi zaten?

Neyin başkaldırısı bu, neyin doğuşu onu bile bilmezken nereye bu yolculuk? Cesaret mi yoksa aptallık mı bu yaptığın? Güvenli, sıcak ve korunaklı bir kabuk varken...

Ama hayır karanlık ve dar, çoğu zaman boğucu ve özgürlük dışı. Kanatlarım sıkışıyor içinde hissediyorum. Ne zaman ördüm bu kabuğu etrafıma? Yoksa içinde mi doğdum bilmiyorum? Ama bildiğim bir şey var ait değilim olduğum yere ya da bu yer ait değil ruhuma.

Ahh aidiyet! İnsanoğluna bahşedilmiş ne değerli duygu. Eksikliği ise derin bir sızı. Ancak ve ancak kendimi ve ait olduğum yeri bulunca dinecek bu sızı biliyorum.

Ve öyle sahici bir his ki bu çok yakınındayım hissediyorum.Yorulsam da, nefesim tükense de kıracağım bu kabuğu, bulacağım onu. Tırtılın büyüleyici bir kelebeğe dönüşmesi gibi dönüşeceğim en güzel, en parlak, en eşsiz ve en kendi gibi olan halime. Sana söz ruhum. Ve seni bulduğumda tüm bu yorgunluklara, açılmış yaralara, her şeye değecek inan.


"Hadi yüreğim, ha gayret

Hele sıkı dur, hele sabret

Başını eğme, dik tut

Bu bir rüyaydı farzet.

Hadi, hadi yüreğim, ha gayret..."


Canım kendim, biricik ruhum, ait olduğum yerde beni bekle geliyorum.