"people go
but how
they left
always stays"
Rupi Kaur, Milk and Honey
hiçbir şey eskiye ait değil şimdi. tatlı sabahların, kedersiz akşamların türküleri söylenmiyor. günler birbiri ardına diziliyor, bugünü geçirememekten korkuyorum. yarın olduğunda olmanı umut ediyorum fakat bu kabullenemeyişimin bir tezahürü. yüzün silinirse gözümün önünden kafayı yer gibi oluyorum, sonra toparlanıveriyorum. aşkın, saf sevgin, neşen, kendine ait o hüznün bile dağıldı sen giderken hepimize. onlara alışmak, onları kovalamak ve yakalamak; onlarla yaşamak tahmin ettiğimden de zor. öylesine keskin bir boşluk ki sanki bu içimi delip deşen, içimden de taşıp dışımda sel olan, gözlerimin yolunu açmaktan buruşmuş parmaklarıma konan bir hüzün kelebeği.
kocaman fakat pamuk gibi ellerinin saçımda uzun uzun gezinişi, sevdiğin bir şeyden bahsederken yüzündeki o tatlı tebessüm, hatta sana sürekli hevesle bakışım ve beni hiç kırmayışın gözümün önünden silinmeden tekrar tekrar yaşanıyor zihnimin kuytularında. şimdi sadece anılarla dolu, gününün neredeyse bütününü derin yıkımının enkazını toparlamakla geçiren durgun bir bilincim. gün gelmeyecek ki ben iyileşeceğim. günler benden aldıklarını hiç geri vermeyecek. devasa bir acının altında gün geçtikçe ezileceğim... ezileceğim... gelip geçmeyen gölgelerin altında sonsuza dek üşüyeceğim.
o hep oturduğumuz ikili koltuk, sana yaslanıp ayaklarımı uzatmama kızardın, bomboş duruyor şimdi. geçip oturanları görünce nefesim tekliyor istemeden, çok keskin bakıyormuşum öyle söylüyorlar; beni bilirsin, inan istemeden. yaptığım her şey üst üste, gelişigüzel, hepsi istemeden.
sahiplendiğin her şey bomboş; eşyalar duruyor, içleri boş. öyle ki elim senin rafına yanlışlıkla konunca anladım aradan altı ayın geçtiğini.
bir şeyi sana soramamaktan yoruldum: sana uzak olmaktan, sensiz yaşamayı hiç anlayamamaktan. bir skor tablosu işler gibi bana acı kıyaslayanlardan yoruldum; en çok olmadığın için bunu sana hıncım ve öfkemle anlatamamaktan. bir rüyadan kesit gibi hala bu yaşadığım, kabus olsa tam yeri. uyandığımda hep eskiyi hatırlatan acı soluk, sabahlarda anlamsız artık kendini güne bırakan tan yeri.
acıyı hiç tattırmamışsın, senin hatan. hiç öğrenmemişim gözyaşı nedir, çektiğim bu eksiklik ne değildir. anın içindeyken üzüldüklerim ne saçmaymış, ne aptallıkmış. beni hiçbir zaman mutsuz etmedin, hiç üzmedin; yalnız ve çaresiz hissettirmedin, bütünüyle senin hatan.
yıl içinde hep gülerek kutladığımız ikinci doğum günün bu, günün acısını aynı şekilde ikinci kez yaşayacağımı bilsem hiç kutlamazmışım daha önce. hevesle ne planlar yapmıştık, ne büyük acizlik, hepsi yalan oldu. yarımıncı asrın diyorduk. asrın yarısı kadar olacaktın. pastan yarım olacaktı. şapkanı yarım yarım yapacaktık birlikte. ben eksilmiş bir adamım, diyordun; kalanını biz tamamlıyorduk, öyle biliyorduk. fakat kalan eksikler bir bütünü tamamlamıyor, yarım bile etmiyor artık. belki yavaş yavaş oturuyordur parçalar yerlerine ama hep bir uyuşmazlık, hepsi birbirinden ayrışık.
bugün safi acı kol geziyor etrafımda, sis dağılmıyor, hava kapkaranlık. bulutlar benciller bugün, özlemim kadar yoğun. hiç açmadılar. satırlarıma damla damla akan şey yağmur olmalı. fakat gün unutmuş önemini, hatırlatmak bütün emelim. benden sonra birileri bilmeli bugünün seninle var olduğunu, senin kadar güzel olduğunu. yalvarırdım mümkünmüş gibi bir kez daha güldüğünü görmeyi fakat mektubum bu, saklayıp yanına geldiğimde göstereceğim sana diğer tüm özlemimden taşmış ve kağıtlara bulaşmış karalara kaplı desteleri.
bugün elli kadarsın, hiç böylesine acı olmamıştı yaş günleri. serzenişlerimi affet, kızgınlığım ve özlemimden güçlü sevgim yalnızca sana. duy beni, yalvarırım gel; bizi tamamla ve hep ısıt kederden kavrulduğumuz soğuk gecelerimizi.