Mahalledeki dayı, elinde poşet, ağzında sigara. Pazarın ortasında dikildi. Bir fıt çekti sigarasından, kafasını çevirip fötr şapkalı fareye baktı; kıllı bacaklarını üst üste atmış, dayamış sırtını sandalyeye, suratında bir sıkılmışlık ve kibir. Ağzında da bir puro, dayı bir an içtiği sigarasından utandı. Bacak kadar fare bile puro içerken görüntüsünden çekindi. Önünde bir kafes ve kafesin içinde turuncu bir kedi; tüylerini kabartmış gelen gecene tıslıyor. Bıyıkları uzun mu uzun. Sert biri hane. 200tl bir fiyat biçilmişti kediye.
Dayı laf olsun diye yaklaştı farenin yanına. “Şimdi de kedi mi satmaya başladınız,” dedi. Ağzındaki sigarayı yok etmişti utancından, fırlatmıştı yere. Elleri cebinde, ellerindeki poşetlerin ağırlığıyla bacak değiştir dur dikiliyordu.
“İlgileniyor musunuz?” dedi fare hiç oralı olmadan. Hala duman çıkartan purosundan otlanıp duruyordu.
“Müşterilerine karşı hep laf sokar mısın?” dedi dayı. Sinirlenmişti. Edep ne kalmamıştı artık dünyada. Hele bu fareler. Ülkeyi işkal etmiş ne var ne yok para için satar olmuşlardı. Tekrar kediye baktı. Hırçın bir şeydi, tıslamasından belliydi.
“Bu soruyu yüzüncü kez duyunca insan, pardon bir fare olarak hazır cevap olmaya alışıyorsun,” dedi fare. Lehçesi temiz, ağzı iyi laf eden paralı kodamanlar, yerliler gibi konuşuyordu. Dayı, bir an köyden şehre inen atası sayesinde tarla değil fabrikada çalıştığını hatırladı. İnsan özünden kaçamıyordu. Utancı ise bakiydi. Fareye nefret dolu bakış atmaması için hiçbir neden yoktu o yüzden.
Fare yaslandığı sandalyesinden doğruldu. Fötr şapkasını çıkartıp tüylü suratına hava eyledi. Bunalmıştı anlaşılan. Beş kafesten sadece biri doluydu. Gün uzun ve elinde bir kedinin verdiği mağlubiyet hissini suratına sindirmeden dayıya bakıyordu. “Elimde çok sağlam bir kedi var,” dedi purosu bitmek bilmiyordu. “İstersen sana verebilirim kelepir bir fiyata. İstenmeyen fareler karşısında hızlı bir çözüm.”
Dayı şaşırdı. İlker suratının kontrolsüzce kendisini ele vermesinden nefret etti. Hızlıca bir omuz silkip sakinliğini koruyarak, “neden kendi ırkını öldürmesi için bir kedi satarsın ki,” dedi. Ses tonunu adam etmişti. Kontrollü ve sadece saf bir merak vardı; cahil ve her şeyi anlamak isteyip hiçbir şeyi bilmeyen o köylü sesini dışladığı için kendini kutladı.
“Uzun hikâye ihtiyar,” dedi fare. Dayı kıpkırmızı oldu. Yaşlı olmadığını biliyordu, yaşlı değildi ve bu ukala, ihtiyar demişti kendisine.
Sinirle utancını bir kenara atıp hırkasında sigara paketini çıkartıp yaktı bir dal. Bu fareye haddini bildirecekti. Bunu kafasına koydu dayı. “Benim zamanım var,” dedi aşağılayıcı bir gülümsemeyle. En azından kendisi öyle olduğunu düşündü.
Fare de gülümsemeyle karşılık verdi. Pahalı purosunda duman çıkardı. Kedi kafeste tısladı. Kafese bir tekme salladı. Kedi sindi. İnsanlar üzerine perde yapan pazar çadırlarının altından güneşten kaçınıyor, karılarının seçtikleri elmaları, biberleri ve limonların fiyatlarını umursamadan ceplerindeki zamanlarını akıtıyorlardı. Bazıları tezgâhın önünde dikilen dayıya çarpmamak için içgüdüsel hamleler sergileyip ardından fısıltıyla küfürler salıyorlardı.
“Ben küçükken ailemi kediler öldürdü. Hayır öldürmedi. Parçalayıp katlettiler. O gece ne komşularımız yardım etti ne de kendi kanımdaki fareler ağıtıma katıldılar. Her şey ben ağlarken oldu ve kimse yoktu ihtiyar,” dedi fare. Sonunda purosunun ucunu kesip iç cebine yolladı. Gözleri kısık, sesine demir gibi bir ahenkle ekledi. “Bu yüzdendir ki kedilere nefrettim. O ukala şeylerin tatlılığından edip azgın dişlerinden faydalanıyorum. Yardıma gelmeyen, beni satan farelerin leşlerini görmek içinde satıyorum. Anlıyor musun?”
Dayı, farenin hikayesini bitirdiğinde yaktığı sigarasının yarısına bile gelmemişti. Bir an bu duygusal ve kısa hikâyeyle kendisi ile dalga geçildiğini düşündü. Uzun bir hikâye he! Tepesi atmıştı. Ne fareye empati besledi ne de zavallı kedinin tıslamaları sinirini bozdu. Sadece uzun dediği hikayesini, sigarasının yarısına gelene kadar bittiği için fareden dehşet nefret etti. Mektepli olmadığı için babasına sövdü. Onurunu ve egosunu ayaklar altına alan fareyi oracıkta, tabanlarının arasında kanlar içinde görmek için neler vermezdi.
“Duygusal bir hikâye,” dedi dayı. “Daha fazlası olmaması ne üzücü. Senin de bunu anlatamayacak kadar şansız olman hikâyeyi daha derin yapabilirdi. Karşında dikilip seni adam yerine koyup sohbet etmeye çalışan insanların zamanından etmezdin. Bak işte, duygusal ve üzücü kısım bu.” dedi dayı. Kendisinden inanılmaz gurur duydu. Farenin pis sırıtması kaybolmuştu. Baştan beri aşağılayan tebessümü gitmiş, adam yerine koymayan bakışları öfke kusuyordu. Dayı bundan deli mutlu oldu. Ve sırtını dönüp tezgâhtan uzaklaştı. Kedi tekrar tısladı.
Fare kendini sandalyeye bırakırken sinirle titreyen elini ceketinin cebine, purosuna gitti. Yaktı ve üfledi dumanları. Sonra güldü. “Ülen, sen yok musun sen,” dedi fare. “Hep aynı haltı edip duruyorsun.”
Kimden bahsettiğini bir tek fare biliyordu. Boşlukta süzülen kelimeler...
“Sana diyorum tabi ki. Kes şunu yazmayı. Diktin gıcık bir adamı karşıma, anlattın yalan dolu hikayeni.”
“BANA MI DİYORSUN?”
Fare yine bir duman üfledi. Biraz sinirliydi. Birazda aşağılanmış. Kedi tısladı attı bir tekme kafese.
“Bak yine bir şeyler yazıp betimliyor. Rahat bırak kediyi ve beni. Senin yüzünden varlığım bu pazarda kısır döngü. Bırak beni lağımlarda dolaşim, peynir falan kovalim.”
Ayağa kalkan fare...
“Hey! Sana diyorum yazar bozuntusu. Anlattırdın adama duygusal motivasyonumu sözde... Hikâye bitti senin değerli okuyucun için ama ben buradayım, her bir okuyucunun zihninde kısır döngüye mahkûmum.”
“HİKAYELER ANLATILMALI.”
“Bana ne lan senin hikayelerinden. Oturmuş kahveni ve sigaranı zıkkımlanırken başkalarının hayatlarıyla oynamak eğlenceli mi? Bir de gelmiş ailem yüzünde bir satıcı olmuşum falan. Git kendine daha iyi meslek edin ve ailenle olan sorununu terapisine falan anlat. Ne burada insanları, pardon benim gibi zavallı farelerle dolaylı anlatıp duruyorsun kendini. Baban küçükken seni dövdüyse sorumlu ben değilim tamam mı?”
Fare dayının arkasından baktı...
“Hey! Ahlaksız herif!!!”
SON