Çocukluğun ne olduğunu bilmeyen, sefaletin verdiği hoyratlığı içselleştirmiş, içinde kalan insanlığın ve umudun kırıntısıyla hayat mücadelesi veren Zain'in hikayesi bu. Çok küçük yaşta anne baba olup sefil hayatlarına çocukları alet etmek bir gelenekmiş gibi davranan, onlara bir kimlik bile oluşturmamış yüzlerce, binlerce aileden sadece birinin hikayesini izledik Beyrut'un sokaklarında. İzledik demek yetmez, iliklerimize kadar hissettiğimiz bir çaresizlikti Zain'in mücadelesi. Orta Doğu'daki cahillik, geri kalmışlık, insan hayatının değersizliği o kadar çarpıcı anlatılmıştı ki "Neden dünya bunu yaşayan insanlarla doluyken biz hiçbir şey yapamıyoruz?" sorusunu defalarca sordum kendime. Aileler kendi sefaletine o kadar odaklanmış bir vaziyette ki ihmal ve istismar kelimelerinin ne anlama geldiğini bile bilmediklerine eminim. Ailesinin kendi menfaati için Sahar'ın daha reglin bile ne anlama geldiğini bilmeden ertesi günü evden gitmesi, evlenmek ne anlama geliyor bilmeden evlendirilmesi ve daha 11 yaşında hamile kaldığı için ölmesi kalbimi yerinden söktü. Üstelik Orta Doğu'nun bu zihniyetle dolup taşması yüzüme tokat gibi çarptı. Bu kadar acıya, sefalete rağmen annesinin Zain'e gelip "Hamileyim," demesi, Zain'in de dediği gibi "kalbimi ağrıttı". Allah bir yerden alır, başka yerden verir derken bu sanki evladı değilmiş, herhangi bir eşyaymış gibi duygusuz davranması; anneliğe layık olmayan, evladını düşünmeyen insanlar asla anne baba olmamalı dedirtti. Zain'in hapiste bile mücadelesini yitirmemesi, davası; istismar edilen her çocuğun davasıydı. Sonunda canını dişine takıp edindiği kimliğine gülümserken hepimizin ekranı gözyaşlarımızdan buğulandı, buruk bir gülümsemeyle akan jeneriği izledik eminim. Zain ve daha niceleri acı içinde mücadele verirken ''dünyayı güzellik kurtaracak'' iyimserliğinden giderek uzaklaşıyoruz hepimiz. Mağlup varsa galip değiliz.