Üniversitede arkadaşlar birbirimize sorardık:

Çuang-tzu rüyasında kendini kelebek olarak görmüş. Uyandığında kelebek olduğunu düşleyen bir insan mı, yoksa insan olduğunu düşleyen bir kelebek mi olduğunu sormuş.


Bu soru benim dönüm noktam. İnsan nedir? Kelebeğiz diye espri yapardım ama ciddi ciddi düşünürdüm insan nedir diye.


İnsan omurgalı ve memeli bir hayvan. Ama insan sözcüğü hayvan kavramına karşıt pek çok şeylerin de bir bütünü. İşte bunlar insanın ÖZ'ü. İnsan kendisini doğadan ayırıp, doğaya benim yerim neresi sorusunu sormuştu. Doğa, insan ve Tanrı hakkında konuştuklarımız bu soruya yanıt ve ÖZ'de bir birlik içerir. Doğa ve kendimizi hayretle karşılar ve mutlak olanı kavrayıp, ona karışmak, birleşmek yönünde harekete geçeriz. Metafizik buradan çıkar, dinler de. Mantık el tayr'da hayret vadisi. Çünkü nihilizme düşmemek için başvurduğumuz sığınma alanıdır din.


Din aşılmalıdır diye düşünürdüm. Hala da öyle. İnsanla doğa/dünya arasında bir bağ kurulmalı elbette. İndan kendisini doğada ve ardından Tanrıda gördüğü zaman, Tanrı da kendini insanda bilir. Bu Spinoza'ya ait bir düşünce ve Onun islam tasavvufundan etkilendiğini biliyoruz.

Bahsettiğim homo deus değil, belki Tanrı öldü dedikten sonra Nietzche'nin aradığı insan.


Kendimden biliyorum, insanın doğaüstü, her şeye gücü yeten bir güce sığınma gereksinimi vardır. Dua, yalvarma gibi bir bağ yerine, Tanrıyla birlikte eylemek, bunun için kendi varlık ve sorumluluğunu ortaya çıkarmak gerekir. Tanrı bu yolla bilinecektir. Nefsini bilen Rabbini bilir. Bu bir İNSAN ÖZ felsefesi gerektirir. İslam tasavvufundan yararlanabiliriz. Felsefecilere çok iş düşüyor. İnsanlığın özde bir insan düşüncesine ulaşması ( humanizm değil) dileğiyle