Alelade bir kelime işleme atölyesiydi benimkisi. Anlatmak istediklerim, amansız telaşımın kalabalığında kaybolurdu. Ne zaman başımı sessizliğe gömsem söyleyecek başka sözüm kalmadığını, kişiliklerini öne çıkarma sırasının artık kendilerine geldiğini, tuhaf sessizliğin bir an önce susturulması gerektiğini, perde çekmekle güneşi vaktinden önce batırabileceklerini sanırlardı. Oysa ben, dile getiremediğim kelimeler sığdırırdım o sessizliklere.


Büründüğüm sessizliği gün yüzüne çıkarmaya yanaşmayan kimseler, sözlerimi işlerine geldikleri gibi çarpıttılar, anlaşılması güç, sofistike gerçekliğimle yüz yüze gelmekten kaçınmak için olur olmadık güzergâhlar çizdiler, kollarını kapacağımdan korktuklarından yardım eli uzatmaktan sakındılar. Peki ya ben ne yaptım? Yüzsüzce, dişlerimi gösterdiğim kimselerin tarafında yer aldım. Sessizliğimin tenha sokaklarında cirit atan hiçbir söze kulak asmadım, gerçekleri gün ışığından mahrum bıraktım, düşük performans gerekçesiyle atölyenin durdurulması yönünde kararname çıkarttım, sessizliğin yıkık dökük duvarları arasına kendimi hapsettim.


Nice zamandır ayakta duran sessizliğin en nihayetinde dayanma gücünün kalmadığı, risk altındaki binalar arasında yerini aldığı söyleniyordu. Yeniden yapılandırılmazsa şayet, büyük bir felakete yol açacaktı. Lakin bina sakinlerinin gönlü, sessizliğin yıkımına el vermedi. Çünkü neden? Çünkü insan, istese bile doğup büyüğü evi terk edemez, ruhunda yer edinmiş hatıraları silemez, çocukluğuna toprak atamazdı.


Yıkıma mâni olmak isteyen zavallı kelimeler, çareyi evlerine kapanmakta buldular. Gece yatmadan evvel dış kapının sürgüsünü çektiler, arkasını kilitlemeyi de unutmadılar, kapıyı çalanları hor gördüler, misafir kabul etmediler, kendilerini ulaşılmaz kıldılar, beyhude dizilişlerin ötesine geçemediler. Kendilerine anlam yüklemek için hiç aceleci davranmadılar, telaşa kapılmadılar, saygınlıklarını son ana dek korudular, binanın etrafına derin hendekler kazdılar, sessizliğin yıkımına müsaade etmediler.


Binayı havalandırmak için aralanan pencereden dışarıya birtakım kelimelerin kaçıştığı olurdu bazen. Diğerleriyle aynı yolda cereyan etme gayesine sahip bu kelimeler, atölyede işleme tabi tutulmak üzere sıraya girerdi. Lakin yuvasından erken ayrılanlar, ağacın gölgesi altında uyuyakalanlar, ahmaklığına doymayanlar, hayata geç kalanlar anlam istasyonunda darboğaza yol açardı. Kapasitesi sınıra dayanan atölyeden ise çok geçmeden imdat çağrısı duyulurdu. Haberi alan görevliler akın akın içeriye dalar, izinsiz giren yabancıları derhâl infaz ederlerdi. Bu sayede sistem istenmeyen tüm kuruntulardan arınır, her zamanki mahmurluğuyla çalışmaya devam ederdi.


Haber aldığımıza göre anlatılmak istenenlerin bir kısmı atölyedeki yargısız infaza kurban gitmiştir. Yaralıların acil servisteki yoğun bakımının halen sürdüğü bilinmektedir. Olay yeri inceleme ekibinin bulgularına göre kelimeler, özel mülkiyete izinsiz girmiştir. Atölyedeki güvenlik görevlilerinin yasal yollar çerçevesinde görevlerini yerine getirdikleri anlaşılmıştır. Sessizlik binası ise ruhun derinliklerinden gelen şiddetli depremlere yenik düşmüştür. Yıkıntıların arasında kalanlar, kimseler tarafından hor görüldüğünden arama-kurtarma çalışmalarında çeşitli aksaklıklar meydana gelmiştir. Gözaltına alınan şüpheli kimseler kanıt yetersizliği nedeniyle serbest bırakılmışlardır. Her iki dava da başlamadan kapanmıştır.


Not: Yazımı nasıl sonlandıracağımı bilemediğimden Oğuz Atay'ın "İnsalık Öldü" yazısından ilham alarak bir haber metni olarak bitirmeyi uygun gördüm. Kalplerinizdeki kelimeleri sessizliğe kaptırmadığınız cesaret dolu günler diliyorum.