Kelimeler; aklımızdan geçeni, hislerimizi, isteklerimizi, ihtiyaçlarımızı ifade etmeye yardımcı olan göstergelerdir. Göstergeler yani kullandığımız ses imgeleri, beynimizde bir dizi işlemden geçtikten sonra, gösterilen yani o ifadeyi gördüğümüzde düşündüğümüz şey haline gelir. Bu, nesnenin kendisinden bağımsız gelişir; bizim nesneyi algılama, anlama sürecimizle ilgilidir. Enerjinin bir formu olan ışık, belirli dalga boyunda ve frekansta algılayabildiğimiz elektromanyetik bir dalgadır. Göze giren ışık, kırılmalar yapar ve görüntünün reseptörlerimizce anlaşılmasını sağlar. Gözde bir bozukluk olmadığı sürece görüntü nettir, birdir. Oysa kulağımızdan giren ses dalgalarının aynı mesajı taşımalarına rağmen bizde aynı etkiyi yaptığını söyleyebilir miyiz?


  İletişim kurmak için türlü imgeler kullanırız. Kelimeler bunlardan biridir. Kabuller sonucu oluşan ve bebeklikten itibaren öğrenmeye başladığımız dil, ifadeler ortak olmasına rağmen kodun işlenişinde oldukça farklı sonuçlar vermektedir. Kelimelerin yaptığı çağrışımlar, ''kalem'' denilince aklımıza düşen o görsel, bir durumu anlatırken seçtiğimiz kelimeler kişisel algı parçalarımızdır. Örneğin ''pahalı'' kelimesi üzerine düşünelim. ( Bugünlerde hepimizin sıkça kafa yorduğu bir kavram.) Nedir pahalı? TDK şöyle der: ''Fiyatı yüksek olan, ucuz karşıtı.'' Pahalı denilince bu tanım üzerinden düşünmemize rağmen bu tanımı düşünmüyoruz, tanımın bizde karşılığı olan ifadeyi düşünüyoruz. Ben pahalı için ''Ederinin üzerinde fiyatlar için kullanılan ifade'' diyebilirim veya pahalı denilince aklıma bir mücevher, lüks bir otomobil, zamlanmış bir deterjan gelebilir. Ekonomik durumumu düşününce geleceğimden endişe edebilirim veya yaklaşan düğün masrafları beni korkutabilir. Öyleyse kelimeler alelade kullandığımız imgeler olmaktan çok, kimi zaman farkında olmasak dahi yaptırım gücüne sahip, güçlü imgeler.


   Korkunç bir haber okuduğumuzda, olayın kendisi bizi etkilerken çoğu zaman nasıl ifade edildiğini önemsemiyoruz. Peki nasıl olur da birkaç kelime bizi dehşete düşürür? Hepimiz, bize birçok şey hissettirebilenin bu imgeler değil de onların bizdeki karşılığı olduğunu biliriz. Reseptörlerimizle algıladığımız, uyaran olarak değerlendirdiğimiz, nöronlarla taşınıp beyinde işlenen bu kompleks kodların analizi bizi anlam arayışına sevk ediyor. Nedir bunun karşılığı? ''Büyük bir balina'' Pembe mi, beyaz mı bu balina? Bir ton mu, beş ton mu? Beynimiz imgelerin karşılığına, elde yeterince veri olmasa dahi işlenmiş verilerden yola çıkarak varıyor. Benim balinam mavi ve bana göz kırpıyor örneğin. Tam da bu sebepten, önceden okuduğumuz bir kitabın milyonları etkileyen filmi bizde hayal kırıklığına yol açabiliyor.  


  Bilmediğimiz bir şeyin resmini çizebilir miyiz? Elbette hayır. Beynimiz de çizemiyor çünkü kelimelerimizle düşünüyoruz. Tanımlayamadığımız herhangi bir şey bu yolculuğun parçası değil. Hayallerimiz, düşüncelerimiz, meraklarımız; bilgi toplama, tekrar etme, analiz etme, sentezleme sürecimizin bir parçası. Yani veri olmadan sürecin düzgün işleyemeyeceğinden söz edebiliriz. ''Olağandışı'' şeylere'' görmeden hayatta inanmıyoruz.'' Burdan hareketle sınırlı bir algımızın olduğundan bahsedilebilir. Peki, nasıl oluyor da insanlar çılgın şeyler üretebiliyor? Bakış açısının oldukça etkili olduğu bu noktada; derin keşif, analiz sürecinin ve veriler arasında bağlantılar kurmanın ardından aklımıza belki de hiç düşünülmemiş fikirler gelebilir. İmgelerimizin sıradışı ifadeler için yeterli olmadığı ve belki de gün içinde kendimizi yaklaşık 100 kelimeyle ifade edebildiğimiz bu düzende düşüncelerimizin oluşması, gelişmesi, sınırlarını zorlaması için olanaklar yaratmalıyız.