Anlaşılmak uzun süreli bir sohbetin ardından yüzde kalan bir izin kalıcılığı mı?

Yoksa hiç başlamamak tahmin edip konuşmanın devamını ve devrik cümleleri sıralayıp uzaklaşmak veya uzaklaştırmak mı? Niye dertlisin sorusunu soran, dertlinin derdini öğrenince sadece derdin çeşidine karşılık gelen kelimeyi duymuş olur; sebepler, tepkiler, birinci ya da üçüncü kişiler dertlinin içinde gizemli bir hikayede bilinmeyen olarak kalır. Her şeyi açıklasak da hakkımızda, içimizde bize kendini bizim hakkımızda açmayan, gizleyen ve bulduğu her fırsatta rahatsız eden küçük de olsa bir şey vardır. Bir soru, ancak o sorunun hikayesini yaşayan için önemlidir. Yani sorunun sorulmasına sebep olan bir canavar imgesi mesela ya da cam parçalarının olduğu bir yokuştan yuvarlanıp parçalanan diz mesela bir üveyik kuşunu ayakları olmadan yumurtadan çıkışını görmek. Hep ağlayan bir anne. Konuşmak aynı kelimeleri kullanarak da olur, ne yapıyorsun? Bunu yapıyorum bak! Nereye gidiyorsun? Şuraya!

Neye bakıyorsun? Buna! Neden gülüyorsun? Bundan! Beni seviyor musun? Sebep! Nereye gidiyoruz? Ne zaman? Ne zaman? Bilmiyorum! Derinlere İnilmediği sürece ayna taşırız sırtımızda. Gerçekten başka bir yeri görmeden, başka bir kelimeyi anlamadan, ötekinin hikayesine üzülmeden ölmenin kaygısını taşımayanlar inanılmaz fazla; imreniyorum. Bilinç akışları ne huzurludur onların, çünkü yalnızca bir tek şey vardır yapılacak listelerinde. Anlamak, bir kelimenin neyi simgelediğini bilmek olsaydı, öğrenince o kelimeyi kaygı olmazdı başka birinde, ya da biz başkalarıyla konuşurken bizde; anlamak bence karşındaki kişinin hikayesinin yanına uzanıp sessizce ağlamak ya da gülmektir, ona gösterip.