“Başka bir kart daha çekmek ister misin?”

“…”

Başka bir kart çekmek istemiyordu. Ya da istiyordu, emin değildi. Aslında oyunun kurallarını dikkatli dinlemediği için kart çekmeli mi yoksa çekmemeli mi onu da bilmiyordu. Ek bir kart çekebilme şansı olduğunu bile soruyla öğrenmişti.

“Hayır, sanırım istemiyorum.”

Sanırım… Sanacak pek de bir şey yoktu ortada, düz bir hayır yeterli olacaktı ama kart çekmek istemediği için kendini kötü hissetmiş ve cümleyi uzatmak istemişti.

“Emin misin? Eğer sanıyorsan emin değilsindir. Yani en azından bana öyle geldi.

Acaba o da mı kibarlıktan cümleyi uzatıyor?” diye düşündü. Çünkü zaten sanmak emin olmamanın bir ifadesiydi ve bu pek de kişiye göre değişecek bir durum değildi. Ek olarak evet, kendisi emin değildi. Oyuna hakim olmamanın verdiği çekingenlik, iyi bir dinleyici olmamasından dolayı hissettiği utançla birleşince aklına hızlıca cevap vermek ve bu durumdan kurtulmak gelmişti. Bunun için de daha az risksiz olduğunu düşündüğü somut bir eylem yapmak zorunda kalmayacağı kart seçmemek yolundan gitmişti.

Bir durup düşününce bu kadar kısa sürede-ortalama bir konuşmada, nezaket kurallarını aşmamak adına cevap vermek için beklenilmesi gereken süre aşağı yukarı bellidir ki pek de uzun değildir- birçok hesabı barındırarak kendine uygun bir cevabı ortaya sunmak büyük bir işti. Zaten kendi dünyasında yaşamaya alışkın göçebelerin yaptığı en iyi işti bu, kendi kafasında zihninin içinde; o an bedenen içinde bulunduğu, dışarıdan da dahil olduğu kanlı canlı bir şekilde görülen konuşmaya dahil olabilmesi için yaptığı konuşmayı sürdürmek. Bu küçük detaylar, olasılıklar ve hesaplamalar özellikle kısa bir sürede yapıldığında gerçekten de yorucu olabilir. Belki de bu yüzden uykusu gelmişti.

Evet ve yine kendi kafasında kurduğu konuşmayı fazla sürdürmüştü ve gerçek konuşmaya dahil olmayı unutmuştu. Cevap mı vermem lazım; eğer öyleyse soru neydi? Yüzüme bakıp sessizce durduğuna göre galiba hamle sırası bende. Peki kart mı çekeceğim yoksa kart mı atmam lazım? Bunu düşünürken kendi kartlarını yeterince iyi incelemediğini fark ettiği için tekrar paniğe kapıldı ve elindeki kartları incelemek için beklerse kendini iyice ele vereceğinden korkup kart çekmeyi seçti.

“O zaman sandığım gibiymiş.”

Birden konuşmanın neresinden koptuğunu hatırladı. Tam olarak bu duruma düşmemek için başlattığı kafasındaki konuşma onu yine koparmış ve sakındığı duruma sürüklemişti. Daha az paniklemiş olsaydı kendi haline gülerdi büyük ihtimalle. Ve kendi kahkaha sesini seviyor olsaydı. Oldum olası kendi sesinde katlanılamaz bir tını olduğuna inanırdı.

“Eğer oyundaki hamlenden emin değilsen, belki başka şeylerde de şüphelerin vardır?”

Ah, elbette vardı. Mesela bu kart oyunu davetine evet demek o kadar da iyi bir karar değildi. Bundan şüpheleniyordu gayet.

“Kusura bakma, dalmışım. Kart çekmemeye karar verdiğim aklımdan çıktı tamamen. Ama bu oyunu oynamanın iyi bir fikir olup olmadığı hakkında bir şüphem yok.”

“…”

Son cümleyi sesli söylediğini karşısında kalkan tek kaşı görünce fark etti. Aslında sadece bir an “ Evet, şüphelerim var. Bu oyunu oynamak iyi bir fikir değil.” diye cevap verdiğini düşünmüştü. Ve bu cevabın karşısındakini gücendirmesinden korkmuş ve aksini söylemenin bir telafi olabileceğinde karar kılmıştı. Tabii ki de ortada telafi edilecek bir durum olmadığı için bu cümle de havada asılı bir şekilde durmaktaydı. Sanki gerçekten de tavandan bir iple tutturulan ve masa üstünde kart dizisine doğru sallanan bir avuç cümle elle tutulabilir gibi katı ve biçimliydi. Fırsatı olsa uzanır ve o bir avuç cümleyi alırdı. Ardından oyuna hatta hal hatır sormaya bile baştan başlamayı teklif ederdi. Fakat maalesef imkansızdı.

“Fazla detaylı bir örnek oldu. Hatta neyden şüphelenmediğin hakkında bir örnek…İçimden bir ses bunun tersinin doğru olabileceğini söylüyor.”

Sessiz mi kalsaydı yoksa her şeyi en baştan anlatsa mıydı? Kafasında geçen, hatta karşısında duran kendisiyle konuşurken devam eden öbür konuşmayı anlatsa anlar mıydı acaba? Ya da başka soru; kendisi açıklayabilir miydi? Açıkçası kendisi de tüm konuşmanın detaylarını hatırlamıyordu bu yüzden nereden başlaması lazım hiçbir fikri yoktu.

Tüm bu zihinde gerçekleşen diğer konuşmalar devam ederken karşıdaki kişinin de zihni pek sessiz veya oyuna tamamen odaklanmış halde değildir tahminimizce. Olması da beklenemez çünkü konuşmadaki kesintiler, uzun beklemeler ve beklenmeyen cevaplar pek tabii kişisel algılanmaya açık durumlardı. Peki kişisel olarak algılanacak şey neydi tam olarak? Bu o kadar çok şeye bağlıydı ki. Ama bu bağlı olan çoklu şeyler tek bir ifadeyle açıklanabilirdi gayet de; kişiye özeldi hepsi. Birdenbire aklına bu geldi. Acaba kendisinin yaşadığı kopukluk, karşısındakinde bir sorun olduğunu veya sohbetinin sıkıcı olduğunu mu düşündürtmüştü? Eğer öyleyse bu duruma sebep olduğu için özür dilemek en doğrusu olurdu. Ama tabii ki de bu sefer karşısındakini kötü hissettirdiğinin farkında olduğunu içinden söylediğini biliyordu. Bu yüzden direkt özür dilemek sadece yeni bir karışıklık ve uzamış sessizlik demekti. Galiba şu an en iyisi karşısındakine bir sorun olmadığını hissettirmek ve onu rahatlatmaktı. Bunun için de yeni bir konuşma konusu açabilir veya … Her şeyi anlatabilirdi. Her şeyi en baştan. Zihninde devam eden konuşmaların kendisi 7 yaşında bir yaz günü birdenbire başladığını… O zamandan bu yana devam ettiğini… Sonuçta dürüst olursa karşısındakinin onu anlama ihtimali vardı. Ama daha önce dediği gibi gerçekten nasıl anlatacağını bilmiyordu.

“İçinden bir ses hep duyduklarına şüpheyle mi yaklaşır?” Bu sefer yer değiştirmişlerdi, roller tersine dönmüştü. Yani en azından öyle hissediyordu. Soruya soruyla cevap verdiği için azarlanmayı ya da terslenmeyi en azından yandan bir bakış görmeyi bekliyordu.

Ama bunların hiçbiri olmadı. Aksine samimi olduğunu düşündüğü bir gülümseme gördü. Bir an zihninde yaptığı konuşmalarda böyle bir olasılığı düşünmediğini fark etti. Sözcüksüz bir cevap beklememişti açıkçası.

Kart çekme sırası karşı taraftaydı, yani en azından öyle hatırlıyordu.