Dünyadaki en yalnız şeyin bile sır gibi sakladığı, olmadık zamanlarda başını yaslayabileceği bir yer var; biliyorum. Bense gürültülü bir yolda çevremdeki insanlara çarpa çarpa, etrafımdaki kalabalığa rağmen tek başına eve gidiyor gibiyim.


Bazen "pat" diye ortalıktan yok olmak istiyorum, kendi kendimi merak etmek istiyorum ama içimdeki var olma güdüsünün önüne geçemiyorum. Her kayboluşumda "Ben buradayım!" diye bağırıyorum. Sonra kendimi buluyorum saklandığım yerde, üstünü silkeliyorum. Alacağım cevaplardan korktuğum için tek bir soru dahi sormuyorum. Kendimden kaçıyorum yanıma kendimi almadan. Saklandığı yerden kendimi çıkartmanın verdiği vicdan rahatlığıyla yürüyorum. Yolda kendime rastlıyorum; zaten o da beni aramaya çıkmış, kendinden kaçarken beni bulmuş. Bunun benimle alakasının olmadığını bilmenin verdiği rahatlıkla onu görmezden geliyorum, beni aramanın telaşıyla farkına bile varmıyor yanından geçtiğimi. Fark edilmemenin verdiği buruklukla yürürken kayboluyorum. Zihnimin karanlığı geceyi gölgeliyor. Düşüncelerim savrulup çarpıyor etrafa, her adımımda bir şeyler yıkılıyor zifiri karanlıkta, duyuyorum. Düşenler yığılıyor önüme, umursamıyorum. Kan ter içinde tırmanırken kendime takılıp düşüyorum.


Yerde yorgun bir şekilde yattığım sırada, düştüğüm yerdeki tek eksik parçanın kendim olduğunu fark ediyorum. Benim düşüşümle birlikte dümdüz oluyor o engebeli yol. Üzerimden şen şakrak insanlar geçiyor. Hala var olmanın verdiği o muhteşem hisle kendime sarılıyorum. Gözlerim yavaş yavaş huzura ererken bir ses geliyor aydınlıktan: "Ben buradayım!"

Gözümü açtığımda karşımda kendimi buluyorum. Eski bir dostuna rastlamışçasına sıcak bir ifadeyle derin bir iç çekip beni yerden kaldırırken bir yandan da üzerimi silkeliyor.